19 Kasım 2008 Çarşamba

Pekin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları

2008 Pekin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları Çin Halk Cumhuriyeti’nin mükemmel organizasyonu ve ezici üstünlüğü ile sona erdi. Şubat ayında yarışmaların yapıldığı tesisleri gezmiş ve Pekin’in Oyunlara hazır olduğunu ve bu organizasyonu başarıyla yapacaklarını öngörmüştüm. Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunlarını internetten çoğunlukla canlı, bazen banttan, bazen de özet görüntülerini izleyerek büyük bir zevkle, birazda orada olamamanın verdiği buruklukla takip ettim.

Olimpiyatlar
Futbol karşılaşmalarını aşırı doymuşluktan, basketbol maçlarını ise ABD’nin turnuvayı domine etmesinden üstün körü takip ettim. Bu Olimpiyatlarda en büyük keyfi masa tenisi erkeklerde Çin-Almanya finalinde yaşarken, hentbol, plaj voleybolu, badminton, eskrim müsabakalarını hiç kaçırmadım. Atletizmde Jamaikalı Ussein Bolt’un 100 m yarışının bitiş çizgisinde rakiplerine “neredesiniz?” bakışı Olimpiyat tarihinin unutulmazları arasında yerini aldı. Kısa mesafede Jamaikalı sporcuların ABD’li sporcuları ezmesi, Irak Savaşının da etkisiyle tüm Jamaikalı sporcuların gönüllerde taht kurmasını sağladı. Yüzmede Micheal Phelps, çocukluğumuzun kahramını Mark Spitz’i tarihten silerek bizim yaşımızdakileri yüreğinden yaraladı.
Türkiye olarak hiçbir takım sporunda yer almamamız ekip anlayışımızı ve takım organizasyonumuzu sorgulamamız gerektiğini gösterdi.
Sporu, sadece basketbol, futbol zanneden bizler Olimpiyat Oyunları ile beraber sporun temel ve gerçek branşlarının atletizm ve jimnastik olduğunu, masa tenisindeki çabukluğu, eskrimdeki inceliği, kürekteki sabır ve gücü, su balesindeki estetiği, kule atlamadaki senkronizasyonu, su topundaki ve hentboldaki mücadeleyi, badmintondaki çevikliği tüylerimiz ürpererek izledik.


Paralimpik Oyunlar
Engelliler Sporları denince aklına sadece tekerlekli sandalye basketbolu gelen bizler, Paralimpik Oyunlarıyla beraber tekerlekli sandalye tenisi, masa tenisi ve ragbisiyle tanışırken, bedensel engellilerin atletizmde pek çok farklı branşta yarışabildiğini gördük. Yüksek atlama, uzun atlama, üç adım atlama, cirit, disk ve gülle atma, ampute 100 m, 200 m, 400 m gibi branşlar olduğunu ve bu branşlarda genç sporcular bulup onları yetiştirmemiz ve teşvik etmemiz gerektiğini anladık.

Görme engelli bir futbol takımı kurabileceğimizi, ya da görme engelli bir kısa mesafe atletimiz olabileceğini öğrendik. Amputelerin bisiklet yarışmalarına katılabildiğini gördük. Neden biz de bisiklet federasyonuyla bir işbirliği kurarak bisiklet branşında yarışmayalım. Kollarında ve/veya ayaklarında fonksiyonel bozukluklar olan engellilerin 7’ye 7 futbol oynayabileceğini öğrendik.


Türkiye olarak , Okçulukta Gizem Girişmen’le altına uzanırken, Gülbin Su ve Özgür Özen’le madalyaya çok yaklaştık. Atina 2004’ün madalyalı ismi Korhan Yamaç hayal kırıklığı yaşatırken, Neslihan Kavas masa tenisinde bronz madalya alarak ülkemize oyunlardaki ikinci madalyamızı getirdi.

Tıpkı Olimpiyatlarda olduğu gibi Paralimpik Oyunlarda da takım sporlarının hiç birinde yokuz. Golbol, tekerlekli sandalye basketbolu, 7’ye 7 ve 5’e 5 futbol, Masa Tenisi, Tenis, Ragbi (bu branşı daha kurmadık ancak engelli gençler için oldukça keyifli bir branş olabilir.)
Tüm bu önerilerimiz ile ilgili Türkiye Olimpiyat ve Paralimpik Komitelerimiz, Engelliler Federasyonları ve branş federasyonları, GSGM ve Hükümet elele vererek büyük bir kampanya başlatmalı ve 5-10-15 yıllık stratejik planlar yapılarak bunları hemen uygulamaya sokmalıyız. Yoksa tıpkı Atina ve Pekin’de olduğu gibi bireysel başarılarla kendimizi kandırırız. Çin, ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada gibi her iki oyunlarda da başarılı olan ülkeler, sporu bir endüstri ve bilim olarak görmekte ve büyük bütçelerle sporculara yatırım yapmaktadırlar. Bizler de tıpkı bu ülkeler gibi büyük bütçelerle programlı bir şekilde sporcu yetiştirmeye başlayarak 2016 veya 2020 Oyunlarında ilk 10 ülke arasına girmeyi hedeflemeliyiz.
Hepimizin kendine ve içinde bulunduğu topluma bir söz vererek, bir şeyleri değiştirmesi veya bir şeylere başlaması gerekiyor. Ben kendime şöyle bir yol haritası çiziyorum. “Engelli sporunu sadece tekerlekli sandalye basketbolu sanan ben, bundan böyle kendimi tüm engelli sporlarına adayacağıma söz veriyorum.

2008 Avrupa Gençler Şampiyonasından Almamız Gereken Dersler



Muhteşem bir organizasyon ve bunun yanında sportif başarı…Verilen onca emeğin karşılığının alındığı, çabaların ödüllendirildiği bir turnuva oldu 2008 Avrupa Gençler Şampiyonası. Ancak ben yine şeytanın avukatı rolüne soyunarak bu turnuvadan bir takım dersler çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.

Tüm tanıdıklarım bana Avrupa Gençler Şampiyonasıyla ilgili neden bir şeyler yazmadığımı sordular. Neden bir şeyler yazmadığımı kendimce sorguladım. İnanın turnuva sırasında Milli Takımımızın maçlarını çok farklı düşünceler ve duygular içerisinde izledim. Öncelikle hiç birimizin tahmin edemeyeceği Avrupa ikinciliği sarhoşluğunun geçmesini bekledim. Grubunda Almanya ve İngiltere’ye yenilen ve klasman maçları oynamayı bekleyen takımımız İngilizlerin tarihi hatasıyla bir anda kendini Dünya Gençler Şampiyonasında buldu. Bundan 2 sene önce oynanan 4. Avrupa Gençler Şampiyonası sonrası şu satırları yazmışım. "4. Avrupa Gençler Şampiyonası 28 Ağustos 4 Eylül 2006 tarihlerinde İstanbul da düzenlendi. Bu branşın gelecekteki yıldızlarının mücadele ettiği turnuvada Milli Takımımız hayal kırıklığı yaratarak 6. oldu. Bu turnuva tekerlekli sandalye basketbolu kulüpleri bu branşı bilen antrenörleri takımlarının başına getirmediği sürece, düzenli antrenman yapmadığı sürece, alt yapıya önem vermedikleri takdirde Milli Takımlarımızın başarılı olamayacağını, başarılı olursa da sadece geçici başarılar elde edeceğini gösterdi. Sadece Milli Takım kamplarında doğru ve gerçek antrenman yapan oyuncularla bu işe çok önem veren İspanya, İngiltere ve Almanya gibi ekol ülkelerle baş edemeyeceğimizi, hele hele Amerika, Avustralya ve Kanada'ya karşı hiç bir şansımızın olmadığı bilimsel bir gerçektir.”

Evet; şimdi aradan iki sene geçmiş ve takımımız Avrupa İkincisi apoletini takmıştır. Avrupa İkinciliği bizi kandırmamalı ve Türk ekolünün oluşturulması için gereken yapılmalıdır. 5 yıllık 10 yıllık planlar yapılmalı. Gerekirse şu anki kadroda yer alan gençler bir ilde toplanarak sürekli bir arada çalışmalıdır. Hollanda ve İtalya milli takımlarının antrenörleri yaptığım görüşmelerde, tüm genç milli takım oyuncuların bir şehirde toplanarak günde çift idman yaparak eğitim ve öğretim gördüklerini belirtmişlerdir. Milli takım ve kulüp takımlarında başarının anahtarı sürekli ve bir arada çalışmakta yatmaktadır. İşte bizlerde bu tarz bir uygulamaya gidebiliriz. Bu turnuvadan çıkarmamız gereken pek çok ders var. Ancak ben bir hakem olarak daha fazla detaya girmek istemiyorum. Bu Milli takımımızın staffının ve idarecilerinin işi. Ancak 2005 Dünya Gençler Şampiyonasından bu güne tekerlekli sandalye basketbolu seviyemizi yükseltecek gözle görülen olumlu bir gelişme göremiyorum. 2009 Dünya Şampiyonasında orada bir figüran olarak değil gerçek bir aktör olmak istiyorsak şu anki Genç Milli Takımımızın bu sene süperligde bir kulüp takımı gibi mücadele etmesi gibi çoğu kişiye ütopya gelecek bir teklifi dahi düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Belki de sesli düşünüyorum. Sizlerin farklı fikirleri varsa da bunları duymak istiyorum. Adana'daki turnuvada hepimizin kabul edeceği bir gerçek gençlerimizin henüz kolektif bir takım hüviyetini kazanmadığıdır. Yoksa takımımızın çok büyük bir potansiyeli var. Gelin bu sene genç oyuncularımızın kulüpleri bir fedakârlık yapsın ve Genç Milli Takımımız Dünya Şampiyonasında Türkiye'nin adını altın harflerle yazdırsın.

Şampiyonlar Kupası Finalleri




Şampiyonlar Kupası Finalleri İspanya’nın Fundosa Grupo takımının organizatörlüğünde 1-4 Mayıs 2008 tarihlerinde Madrid kentinde düzenlenecek. Bu şampiyona Türk Tekerlekli Sandalye Basketbolu için tarihi önem taşıyor. Çünkü ilk defa bir Türk takımı bu seviyede mücadele edecek ve belki de şampiyon olacak.

Ben ise ilk defa bir şampiyonaya çok rahat bir şekilde gidiyorum. Çünkü Galatasaray takımı eğer çok büyük bir aksaklık veya sakatlık olmaz ise final oynayacak ve ben de final maçını yönetme ihtimalim olmadığından çok keyifli rahat bir turnuva geçireceğimi umuyorum. Gerçi bu turnuva konsantrasyonum açısından iyi değil. Bu yüzden bir an önce bu psikolojiden çıkıp kendimi turnuvaya konsantre etmem gerekiyor.

Galatasaray A Grubunda; evsahibi takım Fundosa, İtalya Liginde geçen ay play off’larda St. Lucia takımını yenerek şampiyonluğunu ilan eden Dream Team Taranto, Fransa Liginin güçlü takımı ve Şampiyonlar Ligi Finallerinin gediklisi Hyeres ile mücadele edecek. Galatasaray kadro genişliğiyle bu gruptan Dream Team ile çıkacak gibi görünüyor. Ama gerçekten zevkli ve keyifli maçlar olacağını düşünüyorum. B Grubunda ise geçen yılın Şampiyonlar Kupası Şampiyonu İtalyan St Lucia, 2005, 2006 yıllarının Şampiyonu Alman Lahn Dill ve Fransa’nın güçlü temsilcileri Meaux ve Toulouse takımları yer alıyor. Bu gruptan Lahn Dill ve St Lucia’nın GS’a yarı finalde rakip olacağını ve finali ise GS ile aynı grupta yer alan Dream Team Taranto ile GS arasında oynanacağını düşünüyorum. Ancak hepimizin bildiği gibi maçlar sahada oynanıyor. Turnuvalar ve tek maç üzerinden yapılan karşılaşmalar her zaman sürprize açık oluyor. GS takımından Avustralyalı Justine Eveson, İsveçli Hussein Haidari ve Ferit Gümüş; Lahn Dill takımından Amerikalı Michael Paye ve Kanadalı Milli Joey Johnson; Dream Team takımından Avustralyalı Brad Ness ve Shaun Norris; St Lucia takımından İtalyan Sergio Cherubini ve Stefano Rossetti; Meaux takımından Fransız Mohaui Sofyane, Toulouse takımından Slyvian Deregnacourt turnuvaya damgasını vuracak oyunculardan bir kaçı. Hakem grubu ise oldukça tecrübeli isimlerden oluşuyor. Alman Max Kindervater, Hollandalı Andre Bosveld ve İspanyol Julian Rebello benim düşünceme göre final maçını yönetecek olan hakemler. Ben de 3.4. maçını yönetirim diye umuyorum. Bakalım bu kadar kehanetten ne kadarını tutturacağım. Eğer bu tahminlerimin hepsini bilirsem en yakın zamanda İDDİA oynamaya başlayacağım.

Avrupa Şampiyonasının Ardından



Koşan basketbol Avrupa Şampiyonası’ndan 2 hafta önce Almanya’nın Wetzlar kentinde düzenlenen 2007 Avrupa A Ligi Tekerlekli Sandalye Basketbol Şampiyonası’nın ardından tekerlekli sandalye basketbolunun Avrupa’daki mevcut durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Bu şampiyona bizlere özellikle ilk sekiz sırada yer alan İsveç, İngiltere, Almanya, İsrail, İspanya, Fransa, İtalya ve Türkiye arasında güç farkı kalmadığını ve o gün sahada daha istekli, arzulu, motive olmuş, iyi bir hazırlık dönemi geçirmiş, takım olarak uyumlu olanın diğerine üstünlük sağlayacağını gösterdi. Hatta ilk sekize giremeyen ve küme düşen Bosna Hersek İngiltere’yi, Çek Cumhuriyeti de İspanya’yı son ana kadar zorlayarak yine bu düşüncemizi doğruladılar. 9. ve 10 sırada yer alan Polonya ve Hollanda ise 3. olan Almanya’yı grup maçlarında teslim olmadılar ve Almanya’ya zor anlar yaşattılar. Şimdi gelin takımları tek tek değerlendirelim:

İsveç: Grup maçlarının son gününe kadar turnuvadan elenecek konumda bulunan İsveç, grubundaki son oynadığı İngiltere maçını kazanarak averajla gruptan ikinci olarak çıktı ve İsrail ile oynadığı yarı final maçında Şampiyonlar Ligi Finalleri’nin MVP’si ve Galatasaray’ın yeni transferi Husein Haidari’nin inanılmaz performansı ve Joachim Gustavson ve Dan Wallin’in katkılarıyla finale yükseldi. Finalde de aynı isimler yaşlı İngiltere’yi rahat geçerek kimsenin beklemediği bir başarıya imza attılar. Gerçekten de turnuva başladığında şampiyonluk için İtalya, İngiltere, Almanya, İsrail ve İspanya’nın adı geçerken kimse İsveç’i bu ünvana layık görmemişti. Ancak hem bireysel yıldızları hem de akıllı takım oyunlarıyla İsveç Avrupa Şampiyonu olarak tarihe geçti.

İngiltere: Simon Munn, Colin Price gibi yaşlı yıldızlarla turnuvaya katılan, Terry Baywater gibi sıcak olduğunda her yerden sayı bulabilen genç bir yıldıza sahip olan İngiltere, grupta İspanya’yı turnuva dışına itmek amacıyla İsveç maçını bilerek kaybettiği söylentileriyle prestij kaybetti. Yarı finalde Almanya’ya karşı ilk devreyi 10 sayı geriden gelerek kazanmasına rağmen finalde yaşlı ve genç yıldızlarının beklenen oyunu sergileyememesiyle grup maçlarında bilerek yenildiği izlenimini verdiği İsveç’e bu kez gerçekten yenilerek Avrupa ikinciliğiyle yetindi.

Almanya: Turnuvaya İsrail hezimetiyle çok kötü bir başlangıç yapan ancak Türkiye galibiyetiyle kendine gelen Almanya, İngiltere ile oynadığı yarı final maçının ilk devresine kadar kendinden beklenen basketbolu oynadı. Ancak ikinci devre Gazi’nin faul problemi ve istikrarsız oyunu ve diğer oyuncularında hakemlerle oynaması sonucu 3.lük 4.lük maçı oynamaya razı oldular. Moralsiz İsrail’e karşı ilk devreyi 13 sayı geride kapatan Almanlar seyircinin de desteğiyle bronz madalyayı kazanarak tribünleri dolduran seyircilerine güzel bir armağan sundular. Almanya, İngiltere’yle beraber “gelişim programı” olan ve uygulayan bir ülke. Bu yüzden onların gelecekte tüm turnuvalarda ilk üç içinde yer alacağını düşünüyorum. Ancak oldukça kuraldışı savunma yapıyorlar. Eğer bu şekilde oynamalarına izin veren bir hakem üçlüsü yakalarlarsa yenemeyecekleri takım yok. Nitekim Türkiye maçında böyle bir üçlü yakaladılar ve Milli Takımımıza 30 sayının üstünde fark attılar. Normal şartlar altında böyle bir sonuç imkânsız. Bir de Türk asıllı Gazi Karaman’ın o günkü performansı çok önemli. Gazi atarsa rahat kazanıyorlar.

İsrail: Grup maçlarını namağlup kapatan ve turnuvanın başlamasıyla herkesin final oynar ve şampiyon olur dediği İsrail, yarı finalde İsveç ardından da Almanya maçlarını kaybederek Olimpiyatlara katılma hakkıyla teselli buldu. Rosenberg ve Dotan’ın sürüklediği İsrail gerçekten de güzel basketboluyla beğeni topladı. Ancak tecrübeli oyuncular yorulduğunda ve faul problemine girdiğinde onların yerini dolduracak genç oyuncuları yok.

İspanya: Turnuvanın en takım halinde oynayan ve grup maçlarında son güne kadar gruptan çıkacak gözüyle bakılan İspanya son gün İsveç’in İngiltere’yi yenmesiyle ilk dördün dışında kalarak büyük hayal kırıklığı yaşadı.

Fransa: Benim kişisel olarak çok şey beklediğim Fransa turnuvanın başlamasına 10 gün kala antrenörünün istifasının da etkisiyle çok inişli çıkışlı bir turnuva geçirdi ve beklenen performansını ortaya koyamadı.

İtalya: Turnuvanın gerçek anlamda en büyük hayal kırıklığını yaşayan ülkesi oldu. Herkesin en azından ilk dörtte olmasına kesin gözle baktığı İtalya yedinci olarak turnuvanın en büyük sürprizine imza attı. Yaşlanan ve belli doyuma ulaşmış olan Rosetti, Raimondi, Pelligrini’li İtalya Türkiye’yle oynadığı maçı da hakemlerin yanlı yönetimiyle kazanarak 7. sırada yer aldı.

Türkiye: Milli Takımımızla ilgili turnuvadaki sadece herkesin söylediği bir şeyi vurgulamak istiyorum. Türkiye turnuva sırasında dönem dönem oynadığı oyunu tüm maçlara ve 40 dakikaya yayabilirse genç ve dinamik kadrosuyla gelecek 10 yıla damgasını vuracak bir takım olabilir.

Polonya: Avrupa’nın en skorer oyuncusu Piotr Luzynski’yi yetiştiren Polonya, onun yokluğunda Mathias Filipski’nin kişisel becerisiyle ve Bosna Hersek ile Çek Cumhuriyeti’nin yetersiz kadrolarının katkısıyla A Ligi’nde kaldıysa da gelecekte burada tutunamayacağı izlenimini verdi.

Hollanda: Geçtiğimiz yıl yapılan Dünya Şampiyonasında 4. olan Hollanda kadrosunda köklü değişiklikler yaparak takımı efsanevi oyuncusu Van Der Linde’ye emanet etti. Van Der Linde kendi dahil yaşlı oyuncuları kadroya almayarak gençlerle mücadele etti ve son anda B Ligine düşmekten kurtuldu. Hollanda’nın 2-3 seneden önce eski gücüne kavuşacacağını sanmıyorum.

Çek Cumhuriyeti: Galatasaray’lı Petr Tucek sayesinde sempati duyduğumuz Çek Cumhuriyeti sadece Tucek ve bir de basketbol oynamayı düşündüğünde takıma faydalı olan Pullman dışında oyuncusu olmayınca B Ligi’nin yolunu tuttu. 5 takımlı bir lige sahip olan Çek Cumhuriyeti’nin bir daha A Ligine çıkması da zor görünüyor.

Bosna Hersek: Uluslar arası hakem olduğum yer olan Bosna Hersek’in benim kalbimde yeri başkadır. Ancak, İzet Sejmanovic dışında yıldızı olmayan ve kısıtlı kadrosuyla A Ligine veda eden Bosna, eğer altyapıya önem vermezse bu sıkıntıları hep yaşayacaktır. Bosna’ya B Ligi’nde başarılar.

Sonuç olarak kısa zamanda yakaladığımız Avrupa takımlarına karşı artık üstünlük kurma zamanımız geldi. Bu fırsatı iyi değerlendirmeli, olimpiyat ve dünya şampiyonalarına sürekli katılan bir ülke olma hedefini gerçekleştirmeliyiz.

Vurun Abalıya!



Tekerlekli Sandalye Basketbol Branşını en önemli sorunu hakemler değildir. Sizlerden ricam bu sisteme yukardan bakarak yanlışın gerçekten nerede olduğunu görmeye çalışmanızdır. Hakemler bu yanlışlar denizinde sadece küçük bir göl olabilir. Kulüp kurmak, sadece 10 oyuncu 10 sandalye bularak, maçtan maça gitmek değildir. Kulübünüzün bütçesi, yönetim kurulu, planları, antrenörü, istatistikçisi (bu listeyi uzatmak mümkün) olmalı. Bunları gerçekleştiremiyorsanız, sadece fakir edebiyatıyla etrafınıza toplayacağınız kişilerle, aslı astarı olmayan iddialarla, yapay sorunlar üreterek, hiç bir çözüm önerisi getirmeden, sadece kişilere veya kurumlara saldırarak kargaşa yaratmaktan öteye gidemezsiniz. Sizi tanımayanlar belki ilk başlarda sizin peşinizden gelebilir ancak zaman içerisinde bilgi sahibi oldukça yalnız kalmaya mahkum olursunuz. Oyunun kendisini yorumlamak ve analiz etmek zor olduğundan Maraton programındaki Erman ve Şansal gibi kolay olan hakemin çaldığı düdükleri konuşursunuz. Oysa gelişmenizi sağlayacak olan ilkidir. Lütfen herkes iğneyi başkasına, çuvaldızı kendisine batırsın. Bizler hakemler olarak hakem eğitim web sitesini kurarken en büyük amacımız hakemlerin devamlı eğitimini sağlamaktı. Koşan basketbolda dahi her hafta hakemlik üstüne dünyaca ünlü hakem hocalarının makalelerin yayınlandığı, hakemlerin sürekli iletişim halinde olduğu bir site yok. Sizin beğenmediğiniz Türk hakemleri Avrupa'da finaller yönetiyor ve genç hakemlere eğitim verip onları ne iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyor.

Sadece uluslararası değil, ulusal ve bölge hakemlerimiz Avrupa'daki meslektaşlarından kat kat iyi durumda. Çünkü Almanya, İngiltere, Fransa ve İspanya dışındaki ülkelerde lig dahi yok. Bizim hakemlerimiz hem daha çok maç yönetiyor hem de iyi eğitim alıyorlar. Neyse daha fazla lafı uzatmayayım. Belki de yazdıklarımı okumuyorsunuzdur bile çünkü sizin amacınız üzümü yemek değil.

Mustafa Kemal’in Kızları



Kadınlarımızın kızlarımızın pek çok sıkıntılarının unutularak ve unutturularak başlarının ve geleceklerinin kapatılmaya çalışıldığı günümüz Türkiyesi’nde tekerlekli sandalye bayan basketbol milli takımımız geçtiğimiz ay bizleri Almanya’nın Hamburg ve Wetzlar kentlerinde başarıyla temsil ettiler.

Bayan tekerlekli sandalye basketbol Milli Takımıyla önce Hamburg da 1 hafta hazırlık turnuvasına katıldık. Evsahibi Almanya, İngiltere, Çin ve Türkiye’nin katıldığı turnuvada kızlarımız izleyenlere keyifli anlar yaşattı. Ben de hazırlık turnuvası olmasından istifade ederek hakemlik kariyerimi de tehlikeye atarak biraz antrenörlük yapma fırsatı buldum. Hele kızlarımızın İngiltere ile oynadıkları maçta saha içerisinde (maçı yönetirken) “hadi baskı yap” veya “Aliye boş, pas ver.” gibi vermiş olduğum taktikler Milli Takım Antrenörümüz Kamuran Özdemir Hoca’mın yeni bir oyun stili oluşturmasına sebep oldu! Kızlarımızın Almanya ile oynadıkları maçta milli takımımız aleyhine hiçbir karar vermemem Alman Antrenörün “Siz Türkiye taraftarı mısınız?” diyerek bağırmasına yol açtıysa da ben çağdaş Türkiye’nin bayan basketbolcularıyla aynı ekipte yer almaktan büyük keyif duydum ve bence hayatım boyunca unutmayacağım bir tecrübe yaşadım. Çin ile oynadığımız maçta da normal hakemlik yapınca da akşam neredeyse aç kalacaktım ki imdadıma Dünya Şampiyonu Boksörümüz Sinan Şamil Sam ve Hamburg Galatasaraylılar Derneği Başkanı Abdullah Yakar yetişti!

Bu güzel ve stressiz bir haftanın ardından Wetzlar kentine geçtik ve Pekin Olimpiyatlarına gidecek 3 takımın belli olacağı Avrupa Bayanlar Tekerlekli Sandalye Basketbol Şampiyonası’na katıldık. Avrupa’da 50’nin üzerinde ülke bulunuyor ve tekerlekli sandalye bayan basketbol milli takımına sahip 6 ülke var. Bunlar İngiltere, Almanya, İspanya, Hollanda, Fransa ve Türkiye. Diğer ülkelere baktığınızda Avrupa’nın en güçlü devletlerini görüyorsunuz. Ve hemen yanıbaşında güçlü ve çağdaş Türkiye. İnanın kızlarımızın yaptığı sükseyi ve reklamı milyon dolarlar harcasanız yapamazsınız. Daha düne kadar gittiğim ülkelerde Türkiye’yi Arap ülkesi sanan insanlar vardı. İşte bu kızlar bizim aydınlık yüzümüz. Bu takımın kurulmasında ve bu seviyeye getirilmesinde emeği geçen herkesi bir kere daha kutluyorum. Henüz 4 yıllık bir maziye sahip olan Türkiye Bayan takımımız taraflı tarafsız ortaya koyduğu performansla herkesin beğenisini topladı. Hele ilk gün İspanya’yla oynadığı ve uzatmaya giden maç ile turnuvanın en büyük çıkışını yaptı. Kızlarımız birkaç yıl içerisinde diğer takımların korkulu rüyası olacak. Çünkü onlar daima ileri bakıyorlar ve yüksekleri hedefliyorlar.

Kızlarımızın muhtaç oldukları kudret damarlarındaki asil kanda mevcut!

Basketbol, Basketbol, Basketbol



Yazımın başlığı Basketbol, Basketbol, Basketbol. Neden mi? Şöyle bir hayatıma baktığım da gerçekten de aklımda ve yaşamının her anında basketbol var. Ama hakemlik yönü, ama oyuncu boyutu ama antrenörlük tarafı ama turnuvalar, kurslar, eğitimler, projeler, çeviriler… hep basketbol! Hayattaki diğer olaylarla ilgilenmiyorum bile.

Basketbol bir tutku, bir hastalık belki de kurtulmak istediğim ama kurtulamadığım. Tıpkı sigarayı bırakmak isteyip bırakamamak gibi. Hem büyük zevk hem de işkence bazen. Yaşadığım güzellikler, dostluklar hep basketbol sayesinde. Ama bazen bir nefes almak istesem, alamayışım da basketboldan dolayı. Bir yandan onsuz ne yaparım diyorum ama diğer yandan o olmasa yamaç paraşütü yaparım, tiyatro yaparım, müzikle uğraşırım, en kötüsü kafamı dinlerim ailemle vakit geçiririm, evde televizyon izleyip çekirdek çitlerim diyorum.
Neyse biz fantezileri bırakıp bu hafta sonu İzmir deplasmanında yaşadıklarımızdan bahsedelim.

Pazar sabahı beraber hakemliğe başladığım Mustafa Toprağın havaalanından beni aldı ve beraberce güzel bir kahvaltı yaptık. Ardından EVKA-4 Spor Salonu’na geçtik. Gerçekten maçı bu salona alan yetkilileri tebrik ediyorum. Hakemler ve takımlar için şehrin ulaşılması en kolay ve yakın yerindeki salonda engelliler müsabakası oynatmak dâhiyane.(!)

İzmir Büyükşehir – Antalya Belediyesi arasındaki maçta ise İzmir tecrübesiyle ağır basarak karşılaşmayı kazandı. İlk iki period başa baş geçerken, son iki period oyunun temposu düştü Maç bitiminde Mustafa’yla Karşıyaka sahilinde nostalji yaptık. Gerçekten de özlemişim İzmir’i ve de kumrusunu…

İstanbul’a dönüş için havaalanına geldiğimde FIBA Hakemi ve İstanbul Hakem Derneği Başkanı Fatih Dalay’la karşılaştım. İngiltere’de Gençler Dünya Şampiyonası’nda beraber maç yönettiğim FIBA Hakemi Charles Saunders’ın kendisine selamını ilettikten sonra koyu bir basketbol sohbetine giriştik. Sayın Dalay tekerlekli sandalye basketbolu hakemliğinin koşan basketbol hakemliğinden daha zor olduğunu ancak kendisinin temsili de olsa bir maç yönetmek istediğini söyledi. Ben de memnuniyetle böyle bir organizasyon yapabileceğimizi aktardım.
Maçın ardından pazartesi bilgisayarımın başına oturdum ve içimdeki sıkıntıyı yazıya dökmem gerektiğini fark ettim. Benim düşünceme göre tekerlekli sandalye basketbolu Türkiye’de bir yere geldi ve tıkandı. Bu tıkanmadan kurtulmak için neler yapılması gerektiği üzerine bir şeyler karaladım. Beyin fırtınasını ben başlatayım sizler devam edin. Benim yorumların belki hakem cephesinden ama tüm cephelerden de konuya yaklaşmaya çalıştım.

Öncelikle, oyuncular nasıl kurallara uygun savunma yapacaklarını bilmiyorlar, gerçekten bunu onlara öğreten birileri olmadığından, faul yaptıklarının farkında bile değiller. Tabi ki burada akıllı ve tecrübeli oyuncuları kastetmiyorum. Gerçek anlamda kendini iyi yetiştirmiş bir antrenörle çalışmayan ve kendi kendine bu sporu öğrenen, düzensiz, disiplinsiz takımların oyuncularını kastediyorum.

Maçlarda karşı karşıya kaldığım bazı durumlardan sonra aklıma şöyle bir öneri geldi. Tıpkı hakem eğitimlerinde yaptığımız gibi, bir Antrenör Eğitim Komitesi olmalı, ve bu komite liglerde yer alan tüm takımlara yaptırımlar uygulamalıdır. Her takımın bir antrenörü olmalı ve bu antrenörler belli sürelerde yazılı ve sözlü sınavlardan geçerek sürekli bir eğitime tabi tutulmalıdırlar, hakemler de olduğu gibi. 10 sandalye 10 oyuncusu olan takım hemen liglere kabul edilmemeli, federasyon, il temsilciliği ve gerekli kurumların denetiminden sonra bu takımın müsabakalara girmesi sağlanmalı, hatta deneme süresi verilmeli, uygun görülürse takım tescil edilmelidir.

Koşan basketbolun popülaritesinin her geçen gün arttığı ülkemizde, genç ve yetenekli antrenörleri nasıl bu işin içine çekebiliriz bilemiyorum. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, Dünya Gençler Şampiyonası’ndaki Amerikan Milli Takımını gördükten sonra antrenör ve ekibinin ne kadar önemli olduğunu bizzat yaşayarak anladım. Bir head koç, 2 assistan koç ile makine gibi işleyen takım halinde mükemmel savunma yapan, tekerlekli sandalyeyi vücutlarını bir parçası gibi kullanan, her oyuncusunun hem asker hem de star olduğu bir takım. Keşke sizlerde izleyebilseydiniz. İnanın eğer bir sistem kuramazsak, abartmıyorum, 50 senemiz olsa o takımın seviyesine gelemeyiz. Bu o takımı abartmak değil, bir gerçeği görmek.

Acilen antrenörler yetiştirmeli, onların da genç ve yetenekli oyuncular yetiştirmesine olanak vermeliyiz. Bu da bizlerin 5 ile 10 yıllık planlar yapmamızı gerektirir. Şu anda da böyle bir çalışma görmüyorum. Kulüp takımları kolay olan “bastır parayı al oyuncuyu” politikasını izliyorlar. Hiç birinin rehabilitasyon merkezlerine gidip 10-12 yaşındaki çocukları tarayıp yetiştirdiğini görmüyoruz. Böyle yapıyorlarsa bile bunlar münferit yani bir sistemleri yok. Son Gençler Avrupa Şampiyonası’nda 6ncı olabildik.

Dünya Şampiyonasında sonuncu olan Hollanda bile aynı şampiyona’da 4ncü oldu. Son iki yıldır “star adayı” diyebileceğimiz yeni bir oyuncu yok. Hep aynı isimler, farklı formalar altında mücadele ediyorlar. Burada sakın ola bunu Federasyonun yapması gerektiğini düşündüğümü sanmayın. Federasyon sadece yardım ve rehberlik eder.

Bu anlattıklarımı Efes Pilsen örneğinde olduğu gibi bir takım yapacak ve diğer takımlara lokomotif olacaktır. Bu başarı da Milli Takıma yansıyacaktır. Şu anda süreç tam tersine işlemektedir. Oyuncular Milli Takım kamplarında yetişmekte ve düzenli idman yapmaktadırlar. Ancak bir “ekol” veya “sistem” oturtabilirsek ülkemiz tekerlekli sandalye basketbolu gerçekten Dünya basketbolunda saygın bir yerlere gelecektir. Umarım Olimpiyatlara ve Dünya Şampiyonalarına katılmak için uzun yıllar beklemeyiz.

Basketbol dolu günler dileğiyle ...

Tatil, Basketbol ve U22


Tekerlekli Sandalye Basketboluyla dolu günlerin ardından yıllık iznimi geçirmek üzere hemen İzmir’e koştum. Amacım Gümüldür’e gidip şehir gürültüsünden, trafikten uzak kumsal ve denizin keyfini çıkarmak ve biraz da kafa dinlemekti. Ancak bir şeyi gözardı etmiştim. Artık kanımıza işlemiş olan BASKETBOL SEVGİSİNİ...

İzmir’e iner inmez eski öğrencim ve şu anda da C Klasman Hakem olan Onur Can’a İzmir’e geldiğimi vakti olursa yazlığıma beklediğimi söyledim. O da bana İzmir’ de Fuar Kupası düzenlendiğini, turnuvaya BJK, Karşıyaka, TOFAŞ, Rus KAZAN takımlarının katıldığını, kendisinin de maçları yöneteceğini ve beni de maçlara beklediğini söyleyerek bir kontra atakla karşılık verdi. Bunun üzerine ben de tatil mi “basketbol” mu denkleminden tabii ki “basketbol” yanıtını vererek sıyrıldım. Gerçekten de İzmir’deki genç hakemleri çok beğendim. Onur Can’ın devreleri olan Sinan İşgüder, Umut Aksoy, Ozan Aykut ve Fatih Ertürkmen’in gelecekte İzmir’i 1. ligde başarıyla temsil edeceklerine inanıyorum. Onur’da İngiltere’ye giderek kaybettiği 2 yılı en kısa zamanda kapatacak görüntüsü verdi. Onların bu hırsları beni bir an C Klasmandaki günlerime götürdü. Beklentiler, hayal kırıkları . Umarım her şey gönüllerince olur.

Koşan basketboldan tekerlekli sandalye basketboluna dönecek olursak, 4. Avrupa Gençler Şampiyonası 28 Ağustos 4 Eylül tarihlerinde İstanbul’da düzenlendi. Bu branşın gelecekteki yıldızlarının mücadele ettiği turnuvada Milli Takımımız hayal kırıklığı yaratarak 6. oldu. Bu turnuva tekerlekli sandalye basketbolu kulüpleri bu branşı bilen antrenörleri takımlarının başına getirmediği sürece, düzenli antrenman yapmadığı sürece, alt yapıya önem vermedikleri takdirde Milli Takımlarımızın başarılı olamayacağını, başarılı olursa da sadece geçici başarılar elde edeceğini gösterdi. Sadece Milli Takım kamplarında doğru ve gerçek antrenman yapan oyuncularla bu işe çok önem veren İspanya, İngiltere ve Almanya gibi ekol ülkelerle baş edemeyeceğimizi, hele hele Amerika, Avustralya ve Kanada’ya karşı hiç bir şansımızın olmadığı bilimsel bir gerçektir. Bu konuda Federasyonumuza Kanada modelini 25 sayfalık bir çalışma olarak sunmuştum fakat Türkiye’deki bürokratik engeller ve sadece “yap boz” modelini uygulamayı alışkanlık haline getirmiş olan sorun çözme anlayışımız buna imkan vermemişti. Buradan bir kez daha yinelemek istiyorum, acilen kulüp takımlarımızı bu branşa ilgi duyan, bilen, genç oyuncuları bulup onları eğitmeye kendini feda edecek antrenörlerle donatmadığı takdirde, biz Türk hakemleri final maçlarını yönetmeye devam edeceğiz. Çünkü hiç bir zaman bir Türk takımı finalde olmayacak....

PEKİN Olimpiyat ve Paralimpiyat Değerlendirmesi



2008 Pekin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları Çin’in ezici üstünlüğüyle sona erdi. Çin, Olimpiyat Oyunlarında 51 altın, 21 gümüş, 28 bronz, toplamda 100 madalya; Paralimpik Oyunlarda ise 89 Altın,70 gümüş, 52 bronz toplamda 211 madalya alarak belki de sadece kendisinin ulaşabileceği bir rekora imza attı. Bu kesinlikle bir tesadüf veya evsahibi olmanın verdiği avantajla elde edilen bir başarı değil, sistemli bir çalışmanın ürünüdür. Çin Devleti bu başarının temellerini 20 yıl önce attı. 11 adet dünya klasında spor tesisi inşa etti. Denizden 2365 metre yükseklikteki Qinghai Bölgesindeki Duoba şehri özel olarak seçilerek Dünya ve Olimpiyat şampiyonlarının beşiği haline getirildi. Ortalama sıcaklığın 6.5 derece olduğu Duoba, yüzücüler, atıcılar ve atletizm sporcuları için ideal bir çalışma ortamı sundu. Son 20 yılda, bu bölgedeki spor tesislerinin yenilenmesi için 290 milyon dolar harcandı.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin son dört Paralimpiyatlardaki Performansı
Olimpiyatlar
Toplam Madalya
Sıralama
2008 Pekin
211
1.
2004 Atina
141
1.
2000 Sidney
73
6.
1996 Atlanta
39
7.





Avustralya ise Avustralya Spor Enstitüsü’nü kurarak tüm olimpiyat ve paralimpiyata katılan oyuncularını bilimsel bir ortamda burada yetiştirdi. 1981’de kurulan Enstitütü için devlet bütçesinden önemli pay ayrıldı, 8 spor dalında tam zamanlı antrenörlerle anlaşıldı. Enstitünün ilk ürünleri 1984’te alındı: 32 sporcu ve 7 madalya. Avustralya’nın ev sahipliği yaptığı 2000 Sydney Olimpiyatları’na AIS bünyesinde çalışmış veya çalışmakta olan tam 321 sporcu katıldı. Paralimpiyatlara ise evsahibi oldukları 2000 Sidney Oyunlarında 436 sporcu ve hakemle katıldı. Bu sporcular toplamda 149 madalya kazandı ve Avustralya, 2000 Sidney Paralimpiyatları’nın en çok madalya kazanan ülkesi oldu. Son iki Paralimpiyatta madalya sayısı düşmüş görünsede ülke sıralamada ilk beş içinde yer almaya devam etti. Enstitüde halen tam zamanlı 75 antrenör çalışıyor, 700’e yakın sporcu çalışıyor.



Avustralya’nın son dört Paralimpiyatlardaki Performansı
Olimpiyatlar
Toplam Madalya
Sıralama
2008 Pekin
79
5.
2004 Atina
101
5.
2000 Sidney
149
1.
1996 Atlanta
106
2.





Büyük Britanya, birçok modern spor dalının kurallarını yazmış, başarılı sporcular yetiştirmişti. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda tek altın madalya aldılar. Madalya sıralamasında 36’ncı sıraya düştüler. Bunun üzerine önce İngiltere sporunu yönetecek kurum Sports UK kuruldu sonra da Milli Piyango’dan (National Lottery) spora ciddi kaynak aktaracak bir fon oluşturuldu. Bu sayede, Sydney Olimpiyatları için 63 milyon, Atina Olimpiyatları için 84 milyon sterlinlik bütçe ayrıldı. Pekin 2008 bütçesi ise 265 milyon Sterlin (500 milyon YTL) ile rekor kırdı. Bunun yüzde 40’i Milli Piyango’dan kalanı hükümetin sağladığı diğer kaynaklardan geliyor. Pekin 2008 öncesi UK Sport’un beklentisi 10-12’si altın olmak üzere toplam 35 madalyaydı. Ama oyunların bitimine iki gün kala Britanyalı atletler 18’i altın, 40 madalya kazandı. Paralimpiyatlarda ise her zaman ilk üçte yer alan Britanya sadece Atlanta’da 4 .sırada year aldı. Büyük Britanyalı sporcular, Pekin 2008 Paralimpiyatları’nda 42 Altın, 29 gümüş ve 31 bronz, toplamda 102 madalya alarak 2012 Londra Paralimpiyatları’na hazır olduklarını gösterdiler.

Büyük Britanya’nın son dört Paralimpiyatlardaki Performansı
Olimpiyatlar
Toplam Madalya
Sıralama
2008 Pekin
102
2.
2004 Atina
94
2.
2000 Sydney
131
2.
1996 Atlanta
122
4.





Kanada, 1976’da yaz olimpiyatlarına, 1988’de kış olimpiyatlarına ev sahipliği yaptı ama ikisinde de hiç altın madalya kazanamayarak en başarısız ev sahibi oldu. 2010’da kendi ülkelerinde, Vancouver’daki Kış Olimpiyatları’nda madalya sıralamasında üstlere çıkmak için 2005’te "Own The Podium" (Kürsüye sahip ol) ismini verdikleri, 110 milyon dolarlık bir program başlattılar. Yaz olimpiyatları için de "Road to Excellence" (Mükemmelik Yolu) isimli bir başka program 2012’ye kadar olimpik sporculara federal bütçeden 90 milyon dolar aktarılmasını öngörüyor. Son dört Paralimpiyatlarda ilk 7 içersinde yer alan Kanada, uyguladığı 4-8-12 yıllık stratejik planlar ile Paralimpiyatların başarılı ülkelerinden biridir. Pekin 2008’de de 19 Altın, 10 Gümüş, 21 Bronz, toplamda 50 madalya alarak 7. olmuştur.

Kanada’nın son dört Paralimpiyatlardaki Performansı
Olimpiyatlar
Toplam Madalya
Sıralama
2008 Pekin
50
7.
2004 Atina
72
3.
2000 Sidney
96
3.
1996 Atlanta
70
7.




2008 Paralimpiyatlarının en dikkat çeken olaylarından birisi ise son 3 Olimpiyatta ilk 10’da yer almayan Güney Afrika’nın Pekin’de 21 Altın, 3 Gümüş ve 6 Bronz, toplamda 30 madalya ile 6. olmasıdır. Güney Afrika, bu başarısı ile bizlere bir örnek teşkil edebilir.

Sonuç olarak başarılı olmak için yazılacak reçete bellidir; Devlet, sporda başarı için maddi ve manevi hiç bir fedakârlıktan kaçınmayacak, Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu yetiştirebileceğimiz spor tesisler kurulacak, bu tesisler profesyonel spor yöneticileriyle donatılacak, potansiyeli olan Türk gençleri dünya çapında antrenörlere emanet edilecek ve onlara biraz zaman verilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

The Secret Behind China's Success at 2008 Summer Games
http://sports.in.msn.com/olympics/article.aspx?cp-documentid=1643099
Avustralya Paralimpik Komitesi Web sitesi
http://www.paralympic.org.au
Alp ULAGAY
Hürriyet Gazetesi Pazar Eki

Hakem Performans Değerlendirmeleri



Bu sezon ikiz bebeklerimiz ve yeni tayin olduğum Hava Harp Okulu’nda hafta sonu ders vermek zorunda olduğumdan fazla görev alamadım. Ancak hakemlik yaptığım veya görevli olarak bulunduğum yurtiçi ve yurtdışı müsabakalarda bizlerin eksiklerini nacizane bir kağıda dökme gereği duydum. Yaptığım eleştiriler kesinlikle kişisel görüşlerim olup herhangi resmi bir niteliği yoktur. Bunları ancak tavsiye olarak dikkate almanızı öneririm. Yanlış anlaşılmamak dileğiyle hepimizin hakemliğine katkısı olur düşüncesiyle sizlerle paylaşmak istedim.

Mekanik:
Bu sezonda üçlü hakem mekaniğinde geçtiğimiz sezona kıyasla oldukça ilerleme kaydettik. Ancak hakem görevlerinde problemlerimiz var. Özellikle merkez hakem faul çizgisinin biraz daha ilerisine dip çizgiye doğru inerek atış hali ve ribaunt pozisyonlarında daha aktif olmalı ve baskılı savunmalarda hakem ön sahaya geçme konusunda acele etmemeli ve arka hakeme yardım etmelidir. Kesinlikle topu izlememeli ve topsuz oyundaki kural dışı tutma, screen gibi pozisyonlara dikkat etmelidir. Ön hakem ise topun olduğu bölgeye geçmeye hazır olmalı, sabit durmamalıdır. Özellikle şut atan ve ona savunma yapan oyuncuların sandalyelerinin arasını görebilecek şekilde sahada yer tutmalıdır. Kesinlikle oyuncuların gövdelerinden yukarıya bakmamalıdır. Merkez ve Arka hakemi yönlendirmelidir. Oyuncularla bir hat üzerinde olmamaya dikkat etmelidir. Tam saha baskılı savunmalarda ön hakem dip çizgiye gitmekte acele etmemeli, üçgeni daraltmalıdır. Arka hakem ise oyunu biraz geriden izlemeli boşlukları görecek şekilde ve sahanın biraz daha içine girerek görev yapmalıdır. 24 saniye tamamen arka hakemin sorumluluğundadır. Arka hakem kesinlikle 3 saniye çalmamalıdır.
Masaya faul bildirirken acele etmeyelim. Çaldığımız faulle gösterdiğimiz faul birbiriyle uyumlu olsun. İtme faulü var, tutma gösteriyoruz, kurallara aykırı geçiş var, kapatma gösteriyoruz vb.


İhlaller
İhlal çalarken saati durdurma işaretini unutmayınız. Maç öncesi konuşma yapılmadığı takdirde kenar çizgileri düdüklerinde bile bazen çift düdük gözlenmektedir.
Topun kenardan oyuna verilmesiyle ilgili uygulamada problemlerimiz var. Hakem topu kenardan oyuncuya vermeden hiçbir hücum oyuncusu kısıtlamalı alana giremez. Eğer içerde hücum oyuncusu varsa “uyarıcı hakemlik” yapalım. Hemen ihlal çalmayalım.
3 saniye düdüklerinde istikrar sağlamamız gerekiyor. Atış yapmaya çalışan bir oyuncuya üç saniye çalınmaz. Her şut girişimi sonrası yeni bir üç saniye hakkı doğar. Maçın başındaki üç saniye düdüklerinizle sonundaki 3 saniye düdükleri birbirini tutsun.
8 saniye ihlalinde baskılı savunma varsa merkez hakem arka hakeme yardımcı olmamız uygundur. 24 saniye 15’i gösterdiğinde 8 sn’yeyi çalın. 16’yı gösterirken top havada ise düdüğünüzü bekletin.

Fauller
Basketbolde oyunun sürekli kesilmesi sadece taraftarların değil biz hakemlerin de istemediği bir durum.. Sadece oyunun akışına engel olan faulleri çalın. Faullerde düdüğünüzü bekletecek cesaretiniz olsun. Etkiye faul çalın, sese, harekete veya oyuncunun verdiği tepkiye değil. Savunma ve hücum faullerinde istikrar sıkıntımız var. Tercihimizi hep savunma faulünden yana kullanmaktayız. Oysa zaman, mesafe ve kurallara uygun savunma prensiplerine dikkat etmemiz gerekiyor. Toplu hücum oyuncusu savunulacağını bilmeli ve yön değiştirirken temasa sebebiyet verirse bunun sorumlusu olarak cezalandırılmalıdır.



Genel Oyun Yönetimi
Oyuncu serbest atış atarken savunma oyuncularının konuştuğu ve bunların cezalandırılmadığı görülmüştür. Özellikle bazı idareci ve antrenörler bu sene hadlerini aşan hareketlerde bulunduğu ve bu davranışlara karşılık olarak tutarlı bir şekilde karşılık verilemediği gözlemlenmiştir. Antrenör ve idarecilere iyi niyetle yaklaşın. Ancak iyi niyetinizi suistimal ettirmeyin. Antrenörlere ve idarecilere hakemlik yaptırmayın. Onların antrenörlük, idarecilik yapmalarını sağlayın. Hakemlerin t-shirtlerinin standart olmadığı gözlemlenmiştir.

Takım Çalışması
Basketbolda hakemlik birey olarak değil bir takım halinde yapılır. İyi veya kötü hakem yoktur, beraberce iyi veya kötü yönetilmiş maç vardır. Masa hakemlerinin de bu takıma ait olduğunu unutmayın. Basket faullerde sayının geçerli olup olmaması konusunda birbirinize yardım edin. Problem olduğunda sadece bir tek hakem masada bulunsun. Eğer biraraya gelinmesi gerekiyorsa masadan uzakta orta sahada bir araya gelip çabuk bir şekilde kararınızı uygulayın. Antrenör, idareci veya oyuncunun hakem arkadaşınızla ilgili yorumda bulunmasına izin vermeyin. Eğer uygunsuz bir şekilde bunu yapıyorsa hemen cezalandırın.

Teknik Fauller
Lifting yani arka iki tekerleğin aynı anda yerden kalkması ile ilgili Avrupa’da olduğu gibi bizde de bu kural tam olarak anlaşılmamış görünüyor. Düdüklerimizde standart yok. Eğer oyuncu bir veya iki eli ile sandalyeyi tutuyorsa ve sandalyenin her iki arka tekerleği aynı anda havaya kalkıyorsa buna teknik faul çalınmaz. Ancak oyuncu şut, ribaunt ve pas arası yapıyorsa ve her iki eli de sandalyesini tutmuyorsa ve her iki arka tekerleği de havaya kalkarak kendisine avantaj sağlıyorsa teknik faul çalınır. Oyuncu dripling yaparken rakibe ve kendi takım arkadaşına çarparak iki arka tekerleğin kazara yerden temasını kesilmesi teknik faul olarak cezalandırılmaz. Ön ayaklık yere değmediği takdirde oyun devam eder. Bazı müsabakalarda tilting hareketine teknik faul verildiği gözlemlenmiş olup, tilting yani oyuncunun bir eliyle tekerleğini kaldırarak, tek tekerleği üzerinde durması kurallara uygun bir durumdur. Ancak oyuncu bu hareketi yaparken bir temasa sebebiyet verirse ve bu bir etki yaratırsa (oyuncu kendisine bir avantaj sağlarsa) bu o oyuncuya verilecek olan normal bir fauldür.


Oyuncuların bazılarının hakemleri kandırmak amacıyla kendilerini sandalyeleriyle beraber yere attıkları gözlemlenmektedir. Hakemler bu gibi durumlarda ilk uygun zamanda oyuncuyu ve tüm tarafları uyaracak, olayın herhangi birisi tarafından tekrarında teknik faul verilecektir.

Bu raporun amacı, hakem olarak daha iyi ve yüksek bir performans göstermemizi sağlamaktır. Bizler profesyonel kişiler olarak kendimizi sürekli eğitmeli ve geliştirmeliyiz. Bu da ancak özeleştiriyle olur. Bireysel gelişmeyi sağlarsak, kurumsal gelişme de kendiliğinden sağlanır. Geçtiğimiz yıl Avrupa’nın 1. ve 2. Kupalarının finallerinde Türk hakemleri Final müsabakalarını yönettiler. Onların bu seviye gelmesinde katkıda bulunan başta Federasyonumuza daha sonra da bu şartları zorlu ligde görev yapmış ve yapmakta olan tüm, eğitmen, hakem ve gözlemci arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Hatta İsrailli ULEB gözlemcisi ve Tekerlekli Sandalye Basketbolu Hakem Eğitmeni Itzhak Ramot’un dediği gibi “sizlere şapka çıkartıyorum.”

Genç Hakemlere Öneriler



13 yıllık hakemlik kariyerim boyunca öğrendiğim ve hala öğrenmekte olduğum bazı konuları sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. 4 yıllık uluslararası hakemlik kariyerimde Dünya’daki her ülkeden, Avustralya’sından Japonya’sına, İngiltere’sinden Güney Afrika’sına kadar çoğu ülkeden ve her seviyeden hakemleri izledim ve onlarla beraber maç yönettim. Her maçtan sonra hakemliğime bir şeyler eklemeye çalıştım. Ve en önemli olan şeyin hakemin sahada çaldığı düdükler değil, ÇALMADIĞI düdükler olduğunu anladım. Gerçekten de iyi hakem çalmadığı düdüklerle kendini gösteriyor. Yani, hakemin pozisyonun oyuna etkisini süzebilmesi, avantaj/dezavantaj yorumunu yapabilmesi (düdüğü bekletmek de diyebiliriz buna.) Üst düzey diye adlandırılan hakemlerin hepsinde bunun bir ortak özellik olduğunu, onların yönettiği maçlarda itirazlarında bu yüzden az olduğu, itirazlar karşısında tepki göstermediklerini, sakin kaldıklarını, kendi hakemlik felsefelerini oyuncu ve antrenörlere kabul ettirdiklarini, basketbolu bir keyif olarak gördüklerini, hakemlik yapmaktan zevk aldıklarını, ön plana çıkmadıklarını, sadece gerektiği zaman ortaya çıktıklarını gördüm. İşte bu yüzden hakemliğe yeni başlayan arkadaşlara tavsiyem, çok düdük çalan hakemleri değil, seçici düdük çalan hakem büyüklerini örnek almalarıdır.
Genç hakem arkadaşlarımızın, basketbol felsefelerini geliştirmeleri için iyi takımların idmanlarını takip etmelerini, kendilerinin tekerlekli sandalyeye oturarak basketbol oynamalarını öneririm. Örneğin, RSK’lı Halil İbrahim’le yaptığım birebir maçlardan ince (sandalye) faulleriyle ilgili çok şey öğrendim. Tekerlekli sandalye basketbolu her geçen gün gelişmekte ve biz hakemlerde buna ayak uydurmak zorundayız. En büyük dezavantajımız, takımların gerçek birer antrenörlerinin olmaması. Oyuncularımızın çoğunda temel tekerlekli sandalye becerileri eksik. Bu da üst düzey hakemlik yapmamızdaki en büyük engellerden biri. Bizler uluslararası müsabakalarda bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Çünkü Avrupa’da üst düzey müsabakalarda bizdeki gibi adeta çarpışan otoları andıran bir mücadele yok. Bu maçlarda ince pozisyonları yakalamanız gerekiyor ve bizim alıştığımızın dışında, sakin, kontrollü ve bilinçli bir basketbol oynandığı için Avrupa’da zorlanıyoruz.
Ayrıca uluslararası alanda lobi eksikliğimiz olduğu bir gerçek. Maalesef, IWBF yönetiminde ülkemizden kimsenin olmaması bizler için bir dezavantaj. Ancak bizler kendi lobimizi kendimiz yaparak bu dezavantajı ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Özellikle ülkemizde yaptığımız başarılı organizasyonlar bunun için çok önemli fırsatlar yaratıyor. Ancak bu önemli organizasyonlara hakem arkadaşlarımızdan kimsenin ilgi göstermemesi beni karamsarlığa sürüklüyor. Örneğin geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da yapılan Dünya’nın en önemli tekerlekli sandalye basketbolu organizasyonunda dünyanın en iyi oyuncuları ve üst düzey hakemler katıldı. Ancak İstanbul dışından kimse bu organizasyona ilgi göstermedi. Bu da bizlerin bu sporun geldiği noktayı anlayamadığımızı gösteriyor. Maddi sebepler mazeretimiz ise, inanıyorum ki İstanbul’da hepimizin bir akşam kalabileceği bir arkadaşımız, akrabamız vardır. Bu sporu, hakemliği seviyorsak, ona yatırım yapmamız gerektiğine inanıyorum. Yoksa sadece maçtan maça tekerlekli sandalye basketboluyla buluşuyorsak, bu o sporu önemsemediğimizi ve bu spordan bir beklentimiz olmadığını gösterir ki eğer durum böyleyse bu boşa vakit harcamaktır.
Umarım bu yazdıklarım hakemlik kariyeriniz için motive edici, ışık tutan bir rehber olacaktır. Bunlar şu anda aklıma gelen önemli noktalar. Başka detaylar oluştukça sizlerle bunları paylaşacağım. İnanin iyi hakemle vasat hakemi ayıran bu ince noktalardır.

Dünden Bugüne Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbolu



Tekerlekli Sandalye Basketbolu hakemliğine başladığımda, hiçbir takımımız Avrupa Kupalarına katılmıyordu, uluslar arası hakemimiz yoktu, Bayan Milli Takımımız yoktu, Erkek Milli Takımımız B Division’un en zayıf takımlarından biriydi, ülkemizde uluslar arası turnuvalar düzenleyemiyorduk. Ligimizde 7-8 takım bulunmaktaydı. Basın ve medyada yer alamıyorduk.


Daha sonra 2001 ilk defa bir takımımız Avrupa Kupalarına katıldı ve ilk kez bir uluslar arası hakemimiz oldu. 2002’de Genç Milli takımımız Avrupa Gençler Şampiyonasında final oynadı. 2003 yılında A Milli takımımız B Division Avrupa Şampiyonasında final oynadı ve Bayan Milli Takımımız kuruldu. Aynı yıl İzmir BŞB Spor Kulübü, Andre Vergauewen Kupasında final oynadı. Genç Milliler, 2005 yılında Dünya Gençler Şampiyonasında Avrupa Kıtasını temsil etti. 2004, 2005, 2006 yıllarında Andre Vergauwen ve Willi Brinkmann Kupalarının Finalleri ülkemizde düzenlendi. BJK Kulübü 2006 Şampiyonlar Kupası Finallerini düzenledi. Yine aynı yıl Avrupa Gençler Şampiyonası ülkemizde düzenlendi. 2007 yılında İstanbul Engelli Yıldızlar takımı Willi Brinkmann Kupasında final oynadı. Son olarak da 2008 yılında Galatasaray Kulübü Şampiyonlar Kupasını müzesine götürerek bu branştaki en büyük başarıyı kazandı.

Şu anda Milli Takımımız A Division’da yer alıyor. 6 Uluslar arası hakemimiz var. 6 takımla Avrupa Kupalarına en çok takım gönderen ülkeyiz. Avrupa Gençler Şampiyonasını ülkemizde düzenleyeceğiz. Takımların bazılarının sponsorları var ve maçları kendi özel kanallarından yayınlanmakta. Buna ek olarak üç ligle 50 takım 700 üzerinde oyuncu ve 100 civarında hakemle belki de Avrupa tekerlekli sandalye basketbolunun en önemli ordusuyuz.

Ve hepsinden en güzeli bu gelişimin bir parçası olabilmek ve tarih yazılırken buna şahitlik etmek…

Tekerlekli Sandalye Basketbolu



1990’lı yılların başlarında kurulan tekerlekli sandalye basketbolu ligi, o dönemde takımların üzerinde anlaştığı bir ilde biraraya gelinerek bir şampiyona şeklinde oynanmaktaydı. 1995 yılında ilk kez deplasmanlı lig uygulamasına geçilerek gerçek anlamda lig statüsünü almıştır.

Önceleri Engelliler Spor Federasyonu altında Bedensel Engelliler Spor Federasyonu olarak faaliyet gösterirken, 2000 yılında kendi federasyonunu kurarak bugünkü halini almıştır. Tekerlekli sandalye basketbolu federasyonunun lokomotif branşı durumuna gelmiştir. Ligimiz, Super Ligde 10 takım, 1 Ligde 10 takım, 2 Ligde 4 Grupta 8’er takımla Avrupa’nın en çok takımın mücadele ettiği bir lig olma özelliğini taşımaktadır.

Avrupa Kupalarına da en fazla takımla katılma özelliği de yine ülkemize aittir. Bunun pozitif yansımaları hem Milli takımlarımıza hem de hakemlerimizin performanslarında gözlemlenmektedir. Örneğin 2001 senesine kadar takımlarımız Avrupa Kupalarına katılmazken ve uluslarası hakemimiz yokken, şu anda A Milli takımımız Avrupa A Liginde yer almakta ve 5 uluslar arası hakemimiz bulunmaktadır. Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi futboldaki UEFA Kupası ayarındaki Andre Vergauwen Kupasında Final, İstanbul Cadbury takımı Willi Brinkmann Kupasında final, Genç Milli Takımımız Avrupa İkinciliği başarılarını bu kısa süre içerisine sığdırmayı başarmışlardır.



Yine bu kısa süre içerisinde hakemlerimiz en üst düzey turnuvalara tarafsız hakem olarak davet edilerek Avrupa’nın önemli hakemleri arasında yer almışlardır. 2002 yılına kadar Türkiye’de hiçbir resmi uluslar arası turnuva düzenlenmezken, bu seneden sonra Avrupa Gençler Şampiyonası, Avrupa Şampiyonlar Kupası Finalleri, Andre Vergauwen Kupası Finalleri, Willi Brinkmann Kupası Finalleri ve pek çok eleme turnuvaları Türkiye’de yapıldı ve bu organizasyonlar IWBF Europe (Uluslar arası Tekerlekli Sandalye Basketbolu Federasyonu Avrupa Kıtası) tarafından diğer ülkelere örnek olarak gösterilmiştir. Ayrıca Beşiktaş ve Galatasaray gibi köklü kulüplerin tekerlekli sandalye basketboluna girerek bu branşın popülaritesinin artması da Avrupalı yetkililerin dikkatinden kaçmamıştır ve bu kulüplerin web sitelerinden Türkiye’deki gündem sürekli takip edilmektedir.

IWBF organizasyonu FIBA (Uluslar arası Basketbol Federasyonu) ‘nın bir alt kuruluşudur. Şu anda IWBF üst düzey yetkilileri Federasyon yetkililerimize TBF (Türkiye Basketbol Federasyonu) ile diyalog kurulması gerektiğini ve TBF’nn altında Tekerlekli Sandalye Basketbol Federasyonu’nun kurulmasını tavsiye etmektedirler. Dünyada söz sahibi ülkelere baktığımızda Dünya Şampiyonu Kanada, ikincisi Amerika, üçüncüsü Avustralya, dördüncüsü İngiltere ve Hollanda, Almanya, İsrail, İsveç, Fransa, İspanya gibi tekerlekli sandalye basketbolunda söz sahibi ülkelerin hepsinde tekerlekli sandalye basketbolu ayrı bir federasyon olarak Basketbol Federasyonunun bir alt kuruluşu olarak hizmet vermektedir. Mevcut durumda ise tekerlekli sandalye basketbolu Bedensel Engelliler Spor Federasyonun 12 branşından biri olduğu için ayrılan bütçe ve olanaklar konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Basketbol federasyonun şemsiyesi altına girecek olan tekerlekli sandalye basketbolu maddi ve manevi pek çok olanağa kavuşarak bugünkü sıkıntılarını aşabilir.

Hakemlikte Yabancı Dilin Önemi




Bir İngilizce öğretmeni olmama rağmen, bugüne dek kaleme aldığım hiçbir yazımda hakemlikte yabancı dilin önemini vurgulamamıştım. Oysa ki belki de en önemli konuyu atlamışım. Bir başka deyişle, saha içindeki gösterdiğiniz performansınızı, kural bilginizi, kararlılığınızı, kalitenizi, oyun konsantrasyonunuzu, tutarlılığınızı, deneyiminizi saha dışında süsleyecek olan çok önemli bir unsur olan bu beceriyi göz ardı etmişim. Yabancı dil becerisi, saha içinde ve dışında özellikle uluslar arası arenada insanların sizi tanımasını sağlayan çok önemli bir iletişim aracıdır. Bilindiği üzere uluslar arası federasyon tarafından kabul edilen dil İngilizcedir.

Türkiye’de özellikle de futbolda “neden Türk hakemleri üst düzey turnuvalarda görev yapamıyor?” sorusunun cevabı da işte burada yatmaktadır. Hakemlerimiz saha içinde Avrupalı meslektaşlarıyla boy ölçüşecek seviyede iken, maalesef saha dışında iletişim becerilerinin eksikliği nedeniyle (yabancı dili karşı tarafla şaka yapabilecek veya Türkiye’deki politik bir sorunla ilgili bir yorum istediğinde buna yetersiz yanıt verilmesinden dolayı) üst seviye turnuva ve müsabakalara atanamamaktadırlar. Bunu bir örnekle de açmak istiyorum. Geçtiğimiz yaz Almanya’da Avrupa Şampiyonası’nda IWBF Hakemimiz Selçuk KAÇIN’la görev yaptım. İnanın Selçuk Hocam benden çok daha iyi maçlar yönetti. Turnuvanın en önemli maçlarından yüzünün akıyla çıktı. Bense zorluk seviyesi biraz daha düşük ve orta seviyedeki maçları yönettim. Ancak belli bazı ortamlarda IWBF Başkanı ve IWBF Europe Başkanı’yla sohbet etmek için fırsatlar yarattım. Türkiye’deki tekerlekli sandalye basketbolunun gelişimi, ülkedeki siyasi durum gibi konularda bilgi paylaşımında bulunduk. Turnuvayı takiben Pekin İyi Şanslar Oyunları’na davet edildim. Bu görev bana çok iyi hakem olduğum için değil turnuvada üst düzey yetkililerde bıraktığım olumlu izlenim sonucunda verildi. Sakın buradan Selçuk Hocamın İngilizce seviyesiyle ilgili olumsuz bir izlenim çıkarmayınız. Ben verdiğim örneği güçlendirmek için farklı bir açıdan olaya yaklaşmak istedim.

Yabancı dil bilgisinin yanı sıra, hakemin bireysel özellikleri de kariyerini etkilemektedir. Medeni cesaret, ataklık, cana yakınlık, kendine güven gibi olumlu özellikler de birleşen yabancı dil becerisi hakemin üst düzeyde görev almasını kolaylaştıracak olan unsurlardır.

Takım Olmak



Türkçe Basketbol Eğitim. (www.basketbol.egitim.net) web sitesinde yer alan ve Sayın Hurşit Baytok’un yazmış olduğu “Takım Oyununu Geliştirmek” adlı makalesi aslında hakemlikte de başarılı olmak için gerekli olan ancak göz ardı edilen “TAKIM OLMAK” kavramının önemini bizlere bir kez daha hatırlattı.

Hakem olarak takım olmanın önemiyle ilgili bir örneği geçtiğimiz Nisan ayında ülkemizde düzenlenen Willi Brinkmann .Kupası Finallerindeki bir müsabakada bizzat yaşadım. İngiliz ve Belçikalı hakem’le beraber yönettiğim müsabakada karşılıklı bir yarışa girilerek bencil ve bireysel bir yönetim gösterildi. Kimse kimsenin bölgesine dikkat etmedi ve kendi bölgesi olmadığı halde hakemler birbirlerinin pozisyonlarına ihlal veya fauller çaldı. Bir nevi düdük çalma yarışına girildi ve bu da basketbolun değil hakemlerin ön plana çıkmasına sebep oldu. Takımların iyi niyetiyle maç kazasız bir şekilde tamamlandı ancak o maçı hayatımda yönettiğim en kötü maç olarak daima hatırlayacağım.

Bence, üç hakemden birinin bile böyle ön plana çıkma isteği olduğunda veya egosu gereğinden fazla yüksek olduğunda, diğer hakemlerin geri plana çekilmesi o hakemle yarışa girmemesi en uygun olanı. Ayrıca ilk molada o hakeme uygun bir şekilde “Biraz daha az çalalım!, ya da “Herkes kendi bölgesine çalsın!” şeklinde uyarıda bulunulması gerekiyor. Ancak diğer iki hakem de bu hakeme ayak uydurursa, işte size hiç bitmemeye veya karakolda bitmeye ve aday bir müsabaka.
Eğer hakemler birbirine güvenmez, inanmaz veya birbirini küçümserse (Örneğin; güçlü bir basketbol ekolünden gelen Bosnalı bir hakem, daha zayıf bir basketbol ekolünden geldiğini düşündüğü İsveçli bir hakemi küçümseyebiliyor) işte o zaman bu yukarıda belirttiğimiz “takım olmak” olgusu zorlaşıyor. Hakemler, kolay olmasından dolayı ve kendisini kurtaracağını düşündüğünden ; “her koyun kendi bacağından asılır” felsefesiyle, bireysel bir şekilde müsabakayı bitirmeye çalışıyor. Oysa hakemler, tıpkı takımların başarılı olmak için yaptığı gibi, egolarını bir kenara bırakmalı, birbirinin güçlü ve zayıf yönlerini kabul etmeli, takımın başarısı için kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeli ve ancak bir takım olunursa maçı sorunsuz yönetebileceklerine inanmalıdırlar. Burada bu ortamı yaratma görevi öncelikle müsabakanın “başhakemi”ne düşmektedir. Maç öncesi konuşmada, molalarda, takım arkadaşlarını motive etmeli, gerekli uyarılarda bulunmalı ve takım arkadaşlarına örnek olmalı ve liderlik yapmalıdır.

Sonuç olarak hakemler sadece “Ben değil! Biz” dediklerinde önce kendilerini sonra da maçlarını yönettikleri takımları mutlu edeceklerdir. Ancak hepsinden önemlisi, hakemler gerçek bir takım olduklarında basketbolu daha üst seviyeye taşıyacaklardır.

Oyun Konsantrasyonu

Bu yazımda maç konsantrasyonu, turnuva konsantrasyonu ve genel olarak oyun konsantrasyonundan bahsedeceğim. Pekin’deki İyi Şanslar Turnuvası’nın özel bir turnuva olmasından da faydalanarak meslektaşlarım ve kendimin oyun ve turnuva konsantrasyonunu gözlemlemeye çalıştım.

Haftada tek maça konsantre olmakta zorlandığımı söylemek istiyorum. Bunun sebebi koca bir haftayı maç yönetmeden geçiriyorsunuz. Ardından yorucu bir seyahatten sonra doğrudan maça başlıyorsunuz. Bildiğiniz üzere henüz hakemlerin bir gün önceden giderek dinlenip maçlarını yönetme uygulamasını işletemiyoruz. Bunun masraflarının kulüpler tarafından ödenmesi sistemini bir türlü oturtamadık. Bir de çok uzak bir deplasmana gidildiği halde iki takım arasındaki bariz güç farkı, hakemin aklında ister istemez maçı yönetmenin gereksiz olduğu önyargısına sebep olmakta. Bazen de kişisel problemler, sağlık sorunları gibi sebeplerden kendinizi maça veremeyebiliyorsunuz. Bunların üstüne bir de maçı beraber yöneteceğiniz hakemleri tanımadığınızı eklersek, maça odaklanmanız daha zor hale geliyor.


Ben şahsen turnuvalarda maç yönetmeyi tercih ediyorum. Eğer görev aldığım uluslararası bir turnuva ise 1 ay ya da 15 gün öncesinden ülke ve şehir hakkında internetten bilgi toplarım. Eğer gideceğim ülkede İngilizce ana dil değilse ülkenin dilindeki basit kalıpları öğrenirim. Örneğin Pekin’e gitmeden önce Çince “teşekkür ederim”, “İyi Şanslar” gibi kalıpları öğrendim ve havaalanında beni karşılayan gönüllülere bunu söylediğimde pozitif bir ortam için başlangıç yaptığıma inanıyorum. Ancak burada vurgulamak istediğim maç konsantrasyonun sahanın dışında başladığıdır. Hakemin becerisi sadece maça değil bulunduğu ülkeye ortama da ayak uydurabilmesidir. Ben, her turnuvada hakemliğime bir şeyler katmaya çalışırım. Çünkü maç yönettikçe arkadaşlarınızdan, gözlemcilerinizden, hatta oyuncu ve antrenörlerden daha fazla geri dönüt alırım. Bunu sürekli bir öğrenim süreci olarak görürüm. Eğer bu verileri olumlu bir şekilde değerlendirip hakemliğinize bir şeyler eklerseniz, sonuçta oyuna ve turnuvaya daha iyi konsantre olursunuz.

Ancak bazen hakem kötü bir maç geçirdiyse ve/veya atanmayı beklediği maça atanmadıysa maç veya turnuva konsantrasyonunu kaybedebilir. Böyle durumlarda hakemlerin hayal kırıklığına uğradıklarını, öfkelendiklerini gözlemleyebilirsiniz. Hatta bu hakemler turnuvanın devamında arkadaşları ve gözlemcilerinden uzaklaşarak turnuvanın bir an önce bitmesini beklerler. Tabii bu örnekler sadece hakemliklerini objektif bir şekilde değerlendiremeyen, özeleştiriye açık olmayan veya gözlemcisinin adil olmadığına inanan hakemler için geçerlidir. Bazı hakemler de kendilerinin en iyi hakem olduklarına ve günün veya turnuvanın en önemli maçını hep kendilerinin yönetmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. Diğer yandan maç atamalarını yapan gözlemcilerin yeni ve gelecek vadeden hakemleri geliştirme, belli bazı hakemlerin zor bir maçın üstesinden gelip gelemeyeceğini görme, hatta dünkü ve yarın ki maçların atamalarını düşünme mecburiyetleri vardır. Ayrıca turnuvanın finaline turnuvayı düzenleyen ülkeden bir hakemin atanması gibi bir adet de vardır. Yukarıda vurgulanan sebepler “Her zaman en iyi hakem finali yönetemez!” özdeyişini haklı çıkarmaktadır.

Her hakem oyuna odaklanmayı öğrenmelidir. Kişi zamanla kendi oyuna odaklanma stilini geliştirebilir. Burada 3 tür odaklanmadan bahsedebiliriz. Maç öncesi, maç sırası ve maç sonrası. Her hakemin oyun öncesi maça konsantre olma şekli vardır. Kimi müzik dinler, kimi maç CD’si izler, kimi idman yapar kimi ise zihnini boşaltır. Maç sırasında kendinizle konuşarak maça konsantre olup dikkatinizi vermelisiniz.
Maçtan sonra önemli pozisyonları hakem arkadaşlarınızla görüşebilirsiniz ki bu bir sonraki maça hazırlamanız konusunda size yardımcı olacaktır.

Ben de maç öncesi oyuna konsantre olmak için zihnimde oyunu düşünürüm. Oyuncular sahada koşar ve ben de onlara eşlik ederim. Herhangi bir ihlal veya faul düşünmem. Sadece sahada takımlarla beraber olduğumu düşünürüm. Maç sırasında eğer kendim veya hakem arkadaşlarım maça konsantre değilse, “haydi”, “Gir maça” şeklinde motive etmeye çalışırım. Eğer konsantrasyon eksikliğimden dolayı sahada bir şeyler kaçırırsam asla hayal kırıklığına uğramam. Hemen maça girmeye çalışırım. Maç sonrasında da hakem arkadaşlarımla maçla ilgili söylemek istedikleri bir şey var mı diye konuşur, eğer onların söylemek istediği bir şey yoksa ben önemli bulduğum noktalardan bahsederim. Maç kayıt edildiyse de eve gider gitmez maçı izler hem kendi hem de hakem arkadaşlarımın özeleştirisini yaparım.
Her ülkedeki ligin kendine has bir oyun stili vardır. Bizim ülkemizde de oldukça fiziksel bir mücadele olduğundan oyunu kontrol edebilmek için oyun konsantrasyonunuzun üst seviyede olması gerekir. Ayrıca yurtdışında yönettiğim iyi bir turnuvadan sonra almış olduğum bilgi ve motivasyonla ülkemde atandığım maça tam konsantrasyonla çıkarım. Ancak bu bazen geri teper. Ve ben hem hakem arkadaşlarımdan hem de takımlardan tepki çekebilirim. Bunu, Pekin sonrası yönettiğim bir maçta bizzat yaşadım. Maça ilk 10 saniyede arka arkaya 3 faul çalarak başladım. Ancak daha sonra tekrar ülkemin oyun stiline ayak uydurarak diğer hakem arkadaşlarımla uyumlu bir maç yönetebildim. Gerçekten de ülke içinde ve dışında yapmış olduğunuz hakemliği dengelemek çok zor olabiliyor. Bu belki de başka bir makale konusu.

Sonuç olarak konsantrasyon hakemliğin önemli bir parçasıdır. Daha az sorunlu maçlar yönetebilmek için hakem sahada ne olduğundan haberdar olmalıdır. Ancak hazır olursanız olayları doğru değerlendirebilirsiniz.
“Akıllı” Hakemlik

Yıllar önce İzmir Bölgesi C Klasman hakemken yönettiğim bir bölge maçının devre arasında dönemin Teknik Komiserlerinden sevdiğim bir ağabeyim “Utku iyi hakemsin ama akıllı hakem değilsin. Aynı oyuncuya arka arkaya 3 faul çaldın. Biraz akıllı hakemlik yap.” demişti. Ben de o zamanlar hocamın ne demek istediğini anlayamamış hatta içimden kendisine kızmıştım. Bu anlattığım1996’da yani daha 3 yıllık hakem iken olmuştu. Şimdi aradan 11 yıl geçmiş ve ben hocamın ne demek istediğini seneler geçtikçe daha iyi anlıyorum ve sizlerle de bu tecrübemi paylaşmak istiyorum. Sizler iyi hakem mi olacaksınız “akıllı” hakem mi?

Akıllı Hakem

1. Kritik düdüklerde sorumluluk almaktan kaçar.
2. Bilgi ve tecrübesini kendisine saklar.
3. Yalnızdır.
4. Sadece kendini düşünür. Kendi bölgesindeki ihlal ve düdükleri çalar. Hakem arkadaşlarına destek olmaz.
5. Oyuncu ve antrenörleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanır.
6. Bir satranç oyuncusu gibidir. Sürekli bir hesap içindedir ve her adımını planlar.
7. Her çaldığı düdüğün hesabını yapar. Örnek: Hangi takıma veya oyuncuya kaç faul çaldı.
8. Nabza göre şerbet verir. Takdir haklarını ev sahibi ya da güçlü(manevi açıdan) takımın lehine kullanır.
9. Birileri tarafından kullanılabilir
10. Kendini oyunun üstünde görür.
11. Tam bir profesyoneldir.
İyi hakem

1. Kritik düdüklerde sorumluluk alır.
2. Bilgi ve tecrübesini paylaşır.
3. Takım mensubudur.
4. Hakem arkadaşlarını düşünür. Kendi bölgesine dikkat etmenin yanında diğer bölgelerdeki ihlallerde de arkadaşlarına yardımcı olur.
5. Oyuncu ve antrenörlerden faydalanmaz onlara yardımcı olur.
6. Bir tavla oyuncusu gibidir. Oyunla ilgili fazla hesap yapmaz. Oyunu doğaçlama yönetir.
7. Çaldığı düdüklerin çetelesini tutmaz.
8. Takdir haklarını basketboldan yana kullanır. İyi ve haklının yanındadır.
9. Kendini kimseye kullandırmaz bunun sonunun olmayacağını bilir.
10. Oyunun her şeyin üstünde olduğunu bilir.
11. Bu işe aşık gerçek bir amatördür.

Bu iki listeyi uzatmak mümkün. Ancak burada vurgulamak istenen hakemin ; kendini, bu oyunda yer alan insanları, ve oyunun kendisini bir noktaya kadar kandırabileceği ve “akıllı hakemlik” yaparak sadece kısa süreli başarılı ve üst düzey hakemlik yapılacağıdır. Uzun soluklu ve herkes tarafından gerçekten sayılan ve iyi anılan bir hakem olmak isteniyorsa “iyi hakem” olmanın prensipleri uygulanmalıdır. Tercih sizin…

Hakem taraf olmalı mıdır?


Bu yazıyı, bugüne kadar yönetmiş olduğum ve taraf olamadığım takımlara atfen bir kişisel eleştiri olarak kendime yazıyorum. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Dünyadaki bütün üst seviye hakem kliniklerinde hakem eğitmenleri hakemlerin tarafsızlığıyla ilgili şu noktanın altını çizer. “Hakem müsabaka esnasında taraf olmalıdır.” Evet yanlış okumadınız. Hakem taraf tutmalıdır! Hakem o gün sahada kazanmak isteyen, “dürüst oyun” ruhuyla rakibine üstünlük kuran takımın maçı kazanmasına yardım etmelidir. Ancak bu yazıdan sadece “hakem taraf tutmalıdır” cümlesini alırsanız bu suiistimal edilmeye açıktır.
Hepimizin maçi tribünden izlediğimizde, tüm faul, ihlal ve kural dışı hareketleri rahatlıkla görürüz ve sahadaki hakemlerin bunları nasıl göremediğine şaşarız. Bunun sebebi, sahadaki hakemin bazen bir antrenör ve oyuncunun kendini maça kaptırışı gibi neden orada olduğunu unutmasından kaynaklanmaktadır. Hakem, nihayetinde bir insandır ve o da, tansiyonun yükseldiği, heyecanın doruk noktalara çıktığı anlarda, oyunu okuma, oyunu değerlendirme gibi gerçek anlamda üst düzey psikolojik yetiler gerektiren durumlarda bazen içgüdüsel bir şekilde olayları akışına bırakabilir veya saniyeden daha az bir sürede değerlendirmesi gereken bir duruma tepki vermekte geç kaldığı için bizim tribünden “bu faul kaçar mı, bu ihlal çalınmaz mı, sportmenlik dışıydı” dediğimiz duruma sebebiyet verir. Oysa hakem, onu görmüş ancak o kadar kısa süre içerisinde olayı muhakeme edemediği için beyin ve dudak arasındaki o bağlantı kurulamamış ve oyun devam etmiştir. Bu durumlarda düdük çalamayan hakemlerin kendilerini savunurken kullandıkları “En iyi düdük çalınmamış düdüktür” deyişi de, hakemlerin artık kendinin bu yetiyi kazanmayacağını kabullendiğinin bir göstergesidir. Üst düzey hakemlerde ise bu artık bir otomatik yeti haline gelmiştir ki bunun da aslında bazı sakıncaları vardır.

Hakemin taraf olma konusuna dönersek, yukarıda bahsettiğim maça dalma veya kendini maça kaptırma halini hele bir de maçın geneline yayarsak işte o zaman hakemleri ve oyunu asıl tehlike bekliyordur. Rakibine haksız güç kullanarak, kural dışı fauller yaparak “zor iyi oyunu bozar” felsefesiyle maçı kazanmak isteyen takımın, hakemler ve rakibinin üzerinde üstünlük kurmasına izin vermemeliyiz. İşte burada taraf olarak devreye girmeliyiz Bu tür takımlar taraf olmayan hakemlerle maçlarını rahat bir şekilde kazanırken, oyunun ruhuna aykırı hareketlerine izin vermeyen ve taraf olan hakemlerle daima sorun yaşıyorlar.
Kanadalı Patrick Anderson ve Joey Johnson Büyük Britanya’ya karşı

Tüm bunları yazarken bir oyuncunun “hocam ben bütün sene aynı bu şekilde oynadım ama sadece senin maçında 5 dakikada 4 faul aldım” deyişini hatırladım ve bunun iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Maalesef maçlarda taraf olamıyoruz. Çünkü bizler hakem olarak maçın üstümüze kalmamasını sağlamak için iki tarafa da eşit mesafede duruyoruz. Bu kolay olanı. Oysa ki zor olan, o gün sahada iyi oynayan, kurallara uygun bir şekilde mücadele eden takımı ve oyuncuları korumaktır. Ancak hiç birimiz “Hiçbir şey basketbol oyunundan daha önemli değilidir.” felsefesini uygulayacak kadar kendine güvenemez. Örneğin, Kobe Bryant veya Dirk Nowitzki örneklerini ele alalım. Eğer hakemler bu oyuncuları korumazsa bu oyuncuların çift haneli sayılara ulaşması mümkün değildir. Taraf olan hakem, maçı kimin kazandığı veya kaybettiğiyle ilgilenmez. O; iyinin, güzelin, haklının kısaca BASKETBOLUN tarafıdır. Ancak o zaman iyi hakem olunur.

Bunu başarabilmek için, hakemler oyunun dışında kalabilme, asıl görevimiz olan oyunu kontrol etme, takımların haksız kazanımlar sağlamasını engellemek gibi konularda kendilerini sürekli motive etmelidir. Bunu bazen topu oyuna geç vererek, molalarda takım arkadaşlarını motive edip, oyuna dalmalarını engelleyerek, kendilrini sürekli bu alışkanlığı kazanma konusunda telkin ederek başarabilirler. Yoksa hakemin tek görevi sahaya çıkarak ihlal ve faul düdüğü çalmak değildir. Bu sadece hakemliğe yeni başlayanlar için geçerli bir seviyedir ve bu seviye ne kadar çabuk geçilirse o kadar başarılı hakem olunur. Hakeme sınıf atlatan seviye, hakemin artık oyunun tansiyonunu, akışını, gidişatını hissettiği, yönlendirdiği ve yönettiği seviyedir.

Üst Düzey Hakemliğin Gerektirdiği Nitelikler



1. Kural bilgisi: Kuralları ve bunların yazılmasındaki niyeti anlamanız ve bilmeniz gerekmektedir.
2. Sahadaki pozisyonunuz: Eğer pozisyonu göremezseniz sahip olduğunuz kural bilgisiyle karar veremezsiniz. Karar verebilmek için oyunu görmeniz gerekir.
3. Düdük çalma cesareti: Kuralları bilmenin yanısıra sahada doğru yerde olmak doğru düdüğü çalmak için yardımcı olur ancak zor düdükleri çalmak cesaret ister.

Şampiyon Bir Hakemin Özellikleri

Kendini adama: Kendinizi adayarak, hakemliğin tüm unsurlarını çalışmak, gözlemlemek, tartışmak, uygulamak ve işinizi yeteneğinizin sonuna kadar yapmak
Kondisyon: Hakemler sporcular ve bu yüzden sanatlarını icra etmek için fiziksel ve zihinsel olarak hazır olmalıdırlar.
Tutarlılık: Maçtaki pozisyonlar ve diğer dış baskılara bakmaksızın hakemin verdiği kararlarındaki tutarlı olması
Konsantrasyon: Tüm müsabaka boyunca doğru kararı vermek için gerekli olan noktalara vermek
Farkında olma: Maçta ne olduğunu ve müsabıkların ne yapmaya çalıştığını anlamak için sağduyu sahibi olmak
Kendine güven: Hakemler düdüklerinde eminlik ve kararlığının yanısıra bir olumlu tavır sergilemelidirler.
Davranış: Hakemlerin tavır ve davranışları, oyuncu ve seyircilerin hakemleri nasıl algıladıklarına büyük oranda etki etmektedir.
Sahayı kaplama: Maçtaki pozisyonlar ve dış baskılara bakmaksızın tarafsızlık ve tutarlılığı sağlama yeteneği

HAKEMLİK FELSEFESİ

1. Hakemin görevi:
a. Oyuncuların güvenliğini sağlamak
b. Maçların adil bir şekilde kurallara uygun olarak oynanmasını sağlamak
c. Oyuncuların beceri ve dürüstlüklerini geliştirmeye yardım etmek
Unutmayınız ki hiç kimse oyundan daha önemli değildir.
Bob Bhania, İngiltere

2. Profesyonellik
a. Fedakarlık: Çok büyük fedakarlıklar yapmanız gerekir.
b. Aile ve arkadaşlara uzak geçen zaman
c. Fiziksel hazırlık
d. Öğrenme, izleme, dinleme yanni zihinsel hazırlık
İlk İzlenim
a. İlk izlenimi yaratmak için sadece bir şansınız vardır.
b. Nasıl giyindiğiniz
c. Kendimizi fiziksel olarak nasıl sunduğumuz
d. Kendimizi nasıl taşıdığımız
e. Ne tür bir tavır takındığımız
Finansal durum
Ne kadar düşük bir ücret alırsanız alın, artık bir profesyonelsiniz.
Rol Model:
Siz iyinin ne iyisisiniz. Diğerleri için örnek oluşturmalısınız.

Uygulama:
Oyuncular ve antrenörler onların yapmalarına izin verdiğiniz şeyleri yaparlar. Bu yüzden yaparım dediğiniz şeyi yapın.
Saha Dışı Görünüş:
Saha dışındaki davranışlarınız sahada nasıl algılandığınızı doğrudan etkiler.

3. HAZIRLIK
a. Kurallar ve yorumlar
Baştan sona kuralları okuyup kural kitabına danışın.
Kuralların yorumunu öğrenin.
Kuralların ruhunu öğrenin.
Kuralların nasıl uygulandığını öğrenin.
b. Fiziksel Hazırlık
Fiziksel olarak formda olmayan hakemler özellikle maçın önemli anlarında doğru karar veremeyeceklerdir.
c. Zihinsel Hazırlık
Hakem zihinsel olarak tüm maçları yönetmeye hazır olmalıdır. Sadece önemli olanları değil.
Maçı ve hakemliği düşünün.
Maç zamanında zihninizi meşgul eden şeyleri aklınınızdan atın.
d. Stil
Kendinize ait bir stil geliştirin. Herkes farklıdır o yüzden kendinize en çok yakışan bir stil geliştirin.
Taklit edin. Bir hakem, başka bir hakemin yaptığını beğenebilir. Eğer bu size yakışıyorsa taklit edin.
Kendi hakem stilinizi bulmak için farklı hakem stillerini harmanlayın.
Temel olarak 3 stil vardır.
1. Kural kitabı stili
2. Bırakınız yapsınlar stili
3. Avantaj/Dezavantaj stili
Hiç bir hakem her zaman tek bir stilde maç yönetmemelidir.
Başarılı hakemlik, stilinizi duruma uyarlama esnekliğini gerektirir.
Stiller maçtan maça hatta maçın içerisinde değişmelidir.

Hakemlik Felsefesi


Kısa geçmişine rağmen basketbol, dünyanın en heyecan verici sporlarından biri olmuştur. Sporcular artık hem yeteneğe hem de atletikliğe sahiptirler. Oyun kuralları ve sahadaki değişiklikler bu sporu daha akıcı ve mücadele dolu hale getirmiştir. Bu mücadelede takımlar, oyuncular, antrenörler kadar hakemler de önemli bir unsurdur. Her antrenör maçının iyi bir hakem tarafından yönetilmesini ister. Peki kimdir iyi hakem? Bunun yanıtını hep beraber arayalım.

Hakemler polis mi, orkestra şefi mi olacaklarına karar vermelidirler. Bence en iyi hakem her ikisi de olandır. Nedenini açıklayalım;

Kural kitabı iki bölümden oluşmaktadır. 1. bölüm Değişmez kurallar. Bu kuralların çiğnenmesi tartışılmazdır. Örneğin, topun oyun sahasını terk etmesi, 8 sn, geri pas, hatalı sürüş, 3 sn vb. Bu kurallarda yargıya veya yoruma yer yoktur. İhlal varsa çalınmalıdır.

2. bölüm ise temas pozisyonlarını içermektedir. Bu durumlarda hakem, kuralların çiğnenip çiğnenmediğine derhal karar vermelidir. Bugünün moda deyimiyle avantaj/dezavantaj durumu. Ancak bu kavram hakemlerin yetersizliklerinin arkasına sığındıkları bir kalkan haline gelmiştir. Pek çok kez bir karar verilmesi gereken yerde hakemlerin “avantaja bıraktım”, ya da “dezavantaj yoktu” dediğini duymuşsunuzdur

Daima hatırlanmalıdır ki, basketbolda kural ve mekanik kitapları sizin akıllı hakemlik yapmanız için faydalanmanız gereken birer rehberdirler. Kuralları yorumlarken hakem, mantığını ve tecrübesini kullanmalıdır. İyi bir seviyeye ulaşmak için, hakem, oyunun ilim ve sanat taraflarını anlamalı, ancak bu ikisinin birleşimini fazla ileri götürürse, bunun karışıklığa yol açacağının da farkında olmalıdır. Hakem olarak, ilim ve sanatın doğru karışımını bulabilmeliyiz ki, bu doğru karışım bize yönettiğimiz maç için gerekli olan mantığı sağlayabilsin. Hakem, tıpkı etki tepki mantığındaki gibi, özellikle bir olayın olacağını haberdar eden verileri anladığında, bilimden sanata geçer. Durumları, olayları, problemleri olduğunda kontrol etmektense, daha önceden tahmin etmeli ve yok etmeliyiz. Bir yerde buna oyunu okuma da diyebiliriz. Oyunun bilim tarafını anlamak için hakem, oyuncular ve koçla satranç oynama yeteneğine sahip olmalı ancak onlardan bir iki hamle önde olmalıdır. Hakem, oyunu okuyabilmesi için gerekli olan, iki takımında oynadığı hücum ve defans türünü hemen anlamalıdır. Koçların oyun esnasında gerek tempo gerekse oyuncu değiştirerek yaptıkları değişiklerin farkında olmalıdır. Hakem; koç, uzun oyuncuları çıkarıp yerine kısa hızlı oyuncuları sokarsa, bu değişikliğin müdafada prese, hücumda fast-break’e yol açacağını anlayıp ona göre hakemlik yapmalıdır. Bunun sonucu mekaniğini ve psikolojisini ona göre ayarlayıp, oyunun önünde olmalıdır.

Antrenörler sürekli olarak oyuncularından daha fazla şey istemeye başlamışlardır. Bu da oyuncuları daha yetenekli ve yaratıcı yapmaktadır. Eğer yeneteneksiz bir takım, yetenekli bir takıma karşı kuralları çiğneyerek bir üstünlük sağlıyorsa, dengeyi kurmak ve uygunsuz hareketi cezalandırmak hakem olarak bizim görevimizdir.

HAZIRLIK:
Herhangi bir maça hazırlık, bir önceki maçın bitişiyle başlar. Maçtan sonra, pozisyonlar ve performansınızla ilgili sorularınıza yanıtlar arayabilirsiniz. Örneğin; “Pozisyonu daha iyi takip edebilir miydim?” “Oyunu bir veya iki adım geriden okuyabildim mi?” “Eğer içeri doğru penetre etseydim, daha iyi bir düdük çalabilir miydim?” gibi. Maçlarda karşılaştığınız önemli pozisyonların resim ve fotoğraflarından oluşan bir dosya/kütüphane oluşturup, bunları bir sonraki maç öncesi gözden geçirip performansınızın arttırılmasına çalışabiliriz. Hakemler bu çizimleri ve önceki maçların videolarını kullanarak bir sonraki maçı daha iyi yönetmenin yollarını ararken hem refleksif hem de değerlendirmeci olmalıdırlar. Bunlara ek olarak, Maç öncesinde aklınızdaki tüm sorunları bir kenara bırakınız ve maça konsantre olunuz.


OYUN YÖNETİMİ:
Hakem olarak, maça rahat ve sorunsuz çıkabilmeniz için, maç saatinden uygun bir süre önce oyun sahasına gelmeliyiz. Böylelikle saha ve ekipmanın uygun durumda olduğunu görebiliriz.

Daima hakem gibi görünmeliyiz. Tatlı sert olmalıyız. Saha içi ve dışında çalışkan ve profesyonel olmalıyız. Tutum ve davranışlarımızda karşı tarafa güven vermeli ve asla kendimizi kaybetmemeliyiz. Maçtan önce veya sonra koçlarla herhangi bir diyaloğa girmemeliyiz.

MAÇ ÖNCESİ:
Pek çok hakemin asıl başarısızlığı, maç öncesi görüşmesini küçümsemeleridir. Tüm hakemler başarılı bir maç yönetmek için takım çalışması yapmalı ve birbirleriyle yardımlaşmalıdır.
Maç öncesi konuşma için bir kontrol listemiz olmalıdır. Genel hatlarıyla tekrar edersek;
1. Ana sorumluluk alanınızı bilin,
2. Savunmayı bulun,
3. Belli olan/ Açık görülen şeyi çalın,
4. Hakem arkadaşınıza güvenin.

HAKEMLİK MEKANİĞİ:
Hakemlerin bir takım halinde iyi yönettikleri bir maç ile, hakemlerin bireyler halinde zayıf ve kötü yönetim gösterdikleri maç arasındaki farkı, iyi yapılan hakemlik mekaniği oluşturmaktadır.

Maç öncesi görüşmesinde sahayı paylaşınız. Konuşun ve hakem arkadaşlarınıza güvenin. Tüm bunlar kuraldışı hareketleri azaltacaktır. Unutmayınız ki tekerlekli sandalye basketbolunda 2 oyun vardır;
1. toplu oyun, 2. topsuz oyun. Sorumluluk sahanızı tam kapatın. Böylece hücum oyuncusu bakıp sizi gördüğünde çalınacak veya çalınmayacak bir düdüğe itiraz etmeyecektir. Bu sayede maça kayıtsız olan hakemin maruz kalacağı tartışmalarla siz karşılaşmazsınız.



HAKEMLİK FELSEFESİ:
Hakemlikte felsefe olarak, kurallara kelimesi kelimesine uymaya gerek yoktur. Aksine, oyuncunun rakibine verdiği gerçek etkiye göre kurallar uygulanmalıdır. Eğer, kuralların ihlali sonucu oyuncu adil olmayan bir şekilde etkilenirse, bu hareketi yapan rakip oyuncu cezalandırılmalıdır.

Hakem olarak bizler, dengeli ve ulaşılabilir olmalıyız. Genelde, hata yapabileceğimiz herkes tarafından kabul edilmekte ve anlayışla karşılanmaktadır. Ancak, karmaşık ve gergin bir pozisyonda daima hatırlayınız ki “ nazik bir şekilde vereceğiniz bir cevap, karşı tarafın öfkesini yatıştırır.” Bu tür pozisyonlarda sadece ihtiyacınız olan şeyi görün ve duyun. Eğer oyuncu size bir şeyler söyleyip arkasını dönüp gidiyorsa, bırakın gitsin. Asla oyuncuyu kovalayıp, müdahale etmeyiniz. Ve asla oyuncuyu parmağınızla gösterip, bağırmayınız. En önemlisi, bu tarz gergin durumlarda oyuncuya dokunmayınız. Maçın üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı sürece oyuncular ve koçlar istedikleri yargıda bulunabilirler. Diğer yandan, onlar eğer size saygılı bir şekilde yaklaşır, ve soru sorabilir veya yorum isterlerse, onlara bir cevap verilmesi uygun olacaktır.

DÜDÜK ÇALMAK:
Burada tutarlılık sihirli kelimedir. Uluslar arası hakemlik sınavında her devrede çaldığım faulü saydılar ve tutarlılığı nasıl ölçtüklerini gördüm. Örneğin, ilk period 4 faul, ikinci period 3 faul, üçüncü period 5 faul, 4. period 4 faul. Eğer ilk period hiç faul çalmadıysanız, ikinci period 8 faul , 3.period 1 faul, 4. period 12 faul çaldıysanız, bu sizin tutarsız bir maç yönettiğinizi gösteriyor.

Eğer doğru yer ve pozisyondaysanız, doğru düdüğü çalarsınız. Oyunu yönetin, o anki olan şeyi değil. Daima tüm oyuna bakın, ve eğer temas olursa;
a. ne oldu, b. neden oldu, c. kimler olayın içindeydi? d. bu oyunu nasıl etkileyecek? Bir pozisyonla ilgili önceden hüküm vermeyin. Bu tür verilen kararlar, pozisyonun hakem tarafından otomatik olarak hasır altı edilmesidir. Pozisyonlara tanıdıklık hakem için tembelliktir ve bu da rahatlığa ve hata yapmaya sebep olur. Ancak bu tür yargılar hakemin oyunun geri kalanını görmesini etkileyen bir perde haline gelir.


Müsabakalarda en büyük tutarsızlıkları şarj/ blok pozisyonlarıyla ilgili yargılarımızda veriyoruz. (Başka bir deyişle hücum/savunma faulü). Bu tür pozisyonlarda genelde tercihimizi savunmaya faul çalmakta kullanıyoruz. Ancak, toplu hücum oyuncusunun yön değiştirerek yaptığı temasa neden olan hareketi maalesef kaçırıyoruz. Tüm hakemler bu tür pozisyonlar üstüne daha fazla kafa yormalı ve dikkatimizi verip, tutarlı düdükler çalmalıyız.

Eğer iki oyuncu paralel bir şekilde aynı yönde gidiyorsa ve toplu hücum oyuncusu sandalyesini (kalçasını) kullanarak müdafanın yoluna girerse, bu pozisyonda müdafaya blok ÇALINAMAZ! Temasa rağmen, eğer herhangi bir avantaj kazanılmadıysa, düdüğünüzü bekletecek cesaretiniz olsun. Ancak, toplu hücum oyuncusu gerçek bir avantaj sağlıyorsa da, hücum faulünü çalacak da cesaretiniz olsun.

Saçma düdükler çalmaktan kaçınmanın bir yolu da düdüğü çalmadan önce oyunun tamamına ikinci bir bakış yapma alışkanlığını edinmektir.
Bu stratejinin örnekleri şunlar olabilir:
a. 3 saniye düdüğünü çalmadan önce, gözünüzün ucuyla topun nerede olduğunu görün. Eğer oyuncu atış halinde ise, 3 sn’yi saymayı ve düdüğü bekletin. Eğer ondan sonra pasını atarsa, düdüğünüzü çalın. Eğer atış yapıldıysa, o zaman takım kontrolü bitmiştir ve 3 sn düdüğü çalınmamalıdır.
b. Geri sahada müdafaya bir tutma veya kapatma çalmadan önce herhangi bir hücum oyuncusunun atış halinde olup olmadığına dikkat ediniz. Eğer bu düdüğü çalarsanız, top hemen ölmez, sayı girerse sayı verilir. Ancak eğer faul şutu atan oyuncunun takım arkadaşı tarafından yapılırsa, top derhal ölür ve top çemberden geçerse sayı sayılmaz.
Kuralları anlamak ve onları doğru zamanda ve doğru tarzda uygulamak hakemliğin püf noktasıdır.

Hakemliğin Asıl Sorunu

Takım, oyuncu ve antrenörlerin her gün durmaksızın çalıştığı ve kendilerini geliştirdiği günümüz basketbolunda, biz hakemlerin yerinde durması beklenemez. Bugüne kadar hakemin oyun kurallarını ne kadar bildiği, hakemlik mekaniğini sahada ne kadar uyguladığı ve fiziksel durumunu koruyup korumadığı hakem eğitim ve gelişiminin temel konuları olarak göze çarpmaktaydı.

Tüm bunlar yapılmasına rağmen, takımlar, antrenörler, hakem eğitmenleri ve hatta hakemler bir yerlerde bir şeylerin eksik olduğunu dile getirmektedir. Hakemlik eğitimindeki en önemli eksik , hakemlerin maçlardan sonra gerekli geridönütü (feedback) alamamalarıdır. Maçın gözlemcisi hakemin sırtını sıvazlar ve yazdığı raporu federasyona gönderir. Gözlemcinin yaptığı değerlendirmenin hakemin hakemliğine dolaylı veya dolaysız hiçbir katkısı yoktur. Yurtdışındaki uygulamalara baktığımızda eski ve ünlü hakemlerin hemen hemen her ay bir hakem semineri düzenlediğini ve bu seminerlerde hakemlerin yönettiği maçların CD’ye aktarılıp hakeme güçlü ve zayıf taraflarının özetlendiğini görüyoruz. Ancak bu seminerlere hakemler tabii ki belli bir bedel karşılığında katılarak bir nevi kendilerine yatırım yapmaktadırlar. Bizdeki uygulamada ise sadece basketbol federasyonu veya engelliler spor federasyonu seminer düzenlediğinden belli sayıda ve belli kriterlere sahip hakemler kendilerini geliştirme şansına sahip olmaktadırlar. Ancak bu seminerler de senede en fazla iki kez düzenlendiğinden yurtdışındaki benzerlerinin katkısına yaklaşamamaktadırlar.

Ayrıca hakemlikteki en önemli unsur olan psikolojik yönden güçlü olmak gerekliliği çoğu zaman küçümsenmiştir veya göz ardı edilmiştir. Hakem eğitmenleri kendilerini ve öğrencilerini hakemliğin psikolojik ve felsefi tarafında yetiştirememiş, hakemleri sıraya sokup “line drill” sınavı yapmak işin kolay tarafı olmuştur. Buna ek olarak dünyada hakemlik üzerine yazılmış olan literatür taranarak bunlar Türkçeye kazandırılmalı ve tüm hakemlerle paylaşılmalıdır. Tıpkı oyuncu ve antrenör kampları gibi artık deneyimli hakemler “hakem kampları” düzenlemeli, bilgilerini, tecrübelerini genç hakemlerle paylaşmalıdır. Ayrıca teknolojinin sağladığı imkanlardan yararlanılarak on-line hakem eğitimi de verilmelidir. Üniversitelerin Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları hakem eğitimi konusunda aktif hakem ve hakem eğitmenleriyle işbirliğine gitmelidirler.

Sonuç olarak, her geçen gün büyüyen basketbolun olmazsa olmazlarından olan hakemlik unsuru da hak ettiği önemi görmelidir. Bu da ancak bilimsel bir eğitim programıyla gerçekleşebilir. Bunun için herkes üzerine düşen görevi ve fedakârlığı yapmalıdır.

Önsöz


Öncelikle bu kitabın yazılmasında bana ilham veren Sayın Mustafa TENİM ve Sayın İsmet BADEM’e teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Sayın Tenim bir antrenör, sayın Badem de eski bir basketbol oyuncusu ve TV yorumcusu olarak kitaplarını yazdılar. Ben ise hakemlerin basketbol sporu ve engelli dünyasındaki yerleri konusunda biraz olsun sizlere bilgi vermeyi amaçladım. Türkiye’de henüz böyle bir çalışmanın yapılmamış olması da beni ayrı bir şekilde motive etti. Umarım üzerinde sürekli konuşulan ve aslında az bilgi sahibi olunan hakemlerin dünyasını, onların basketbola, engelli sporuna bakışı, sevgisi ve katkısını biraz olsun anlatabilirim.

Kitabı iki bölüme ayırabiliriz. Birinci kısımda hakemliğe başlamak isteyen ya da başlamış ve ilerlemeyi amaçlayan hakemler için makaleler. Bu bölümde, hakem eğitiminde eksik olduğunu düşündüğüm ve hakemliği daha ileri taşıyacağına inandığım konular olan “Genel Esaslar”, “Maç Yönetimi”, İletişim”, “Psikoloji” “Kural Bilgisi” konularına yer vermek istedim. Dünyanın en üst düzey hakemlik noktalarına gelmiş uluslar arası hakem, hakem eğitmeni ve yöneticilerinin makalelerini dilimize çevirerek bunları tüm seviyedeki hakemlerle paylaşmayı amaçladım. Umarım ki buradaki makaleler, sizlerin hakemliğinizi tekrar değerlendirmenize, geliştirmenize, basketbolu daha çok düşünmenize ve kendinize daha üst düzey hedefler koymanıza sebep olacak birer rehber olur.

Kitabın ikinci bölümünde ise çeşitli dergi, gazete ve web sitelerinde yer almış “günlük basketbol yazılarımı, “Genel Yazılar” “Yorumlar”, “Turnuvalar” ve “ Anılar” başlıkları altında bulabilirsiniz. Bu yazıların, herhangi bir branşta hakemliğe yeni başlayanlara ilham vermesini ve gençlerin kendi hakemlik vizyonlarını oluştururken bunlardan faydalanmalarını umuyorum.

Keyifle okumanız dileklerimle…


Her türlü yorum ve düşüncelerinizi utkuertan@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Utku ERTAN
FIBA/IWBF Hakemi