28 Ağustos 2010 Cumartesi


2005 yılında İzmir’de Türk spor tarihinin en büyük organizasyonu olan Universiade yapılırken bendeniz maalesef İngiltere’de Dünya Gençler Tekerlekli Sandalye Basketbolu şampiyonası’nda görevliydim. İzmir’e döndüğüm gün ise İstanbul’a evimi taşımış Universiad’de bir tek müsabaka bile izleyemeyerek kahrolmuştum. Ama İzmir benim tekrar geri döndüğüm bir dönemde yine Türk spor tarihinin en büyük organizasyonunun bir ayağına ev sahipliği yapıyor ve bana da Dünya Basketbol Şampiyonasının D Grubu maçlarının keyfini çıkarmak düşüyor.

Perşembe ve Cuma günü turnuvaya gelmiş bir yabancı gibi İzmir’i şöyle bir gezdim. Konak, Alsancak ve maçların oynanacağı Halkapınar Arena. Şehirde hiç Dünya Basketbol Şampiyonası düzenlendiği havasını alamadım. Aslında İzmir’in sorunu da bu zaten. İzmirli keyfine düşkün, dünya yıkılsa umrunda değil. Yazlıkçılık, Ramazan, Referandum, Fuar Açılışı falan derken Dünya Basketbol Şampiyonası gereken önemi görmüyor. Umarım İzmir ve İzmirliler beni yanıltır ve bugün oynanacak maçlarda Halkapınar Arena’da tribünler boş kalmaz.

Neyse kötümserliği bir kenara bırakıp D Grubuyla ilgili biraz bilgi verelim. Bu grupta son Dünya Şampiyonu İspanya favori, Fransa ise fizik gücüyle ön plana çıkıyor. Litvanya ise grupta Fransa’yla beraber 2.lik 3.lük mücadelesi yapar. Yeni Zelanda ise Haka dansıyla turnuvaya renk katar, Kanada ile Lübnan ise ilk dörde girerse büyük sürpriz olur diye düşünüyorum. Bu arada daha önce Ülkerspor’un altyapısında çalışmış olan antrenör Fatih Akser’in Kanada’nın staffında bulunması İzmirli basketbolseverlerin Kanada’ya sempati duymasını sağlayabilir.
Bu turnuvada İzmirli spor severler, İspanya’dan Rudi Fernandez, Carlos Navaro, Calderon, Garbajosa ve Ricky Rubio, Fransa’dan Nicolas BATUM ve Boris DIAW, Litvanya’dan Kleiza, Jankunas, Lavrinovic ve Jasaitis, Kanada’dan ülkemizde Oyak Reno forması giyen Famutim ve J.Anthony ile L.Kendall, Yeni Zelanda’dan K.Penney , S.Marks ve daha önce ülkemizde de oynamış olan P.Cameron, Lübnan’dan da El Khatib ve Freije'yi izleme fırsatını bulacaklar.
MAÇ PROGRAMI
Cumartesi
Yeni Zelanda-Litvanya 16.00
Kanada-Lübnan 18.30
Fransa-İspanya 21.00
Pazar
Litvanya-Kanada 16.00
Lübnan-Fransa 18.30
31 Ağustos
Yeni Zelanda-Lübnan 16.00
Fransa-Kanada 18.30
İspanya-Litvanya 21.00
1 Eylül
Kanada-Yeni Zelanda 16.00
Lübnan-İspanya 18.30
Litvanya-Fransa 21.00
2 Eylül
İspanya-Kanada 16.00
Lübnan-Litvanya 18.30
Yeni Zelanda-Fransa 21.00

25 Ekim 2009 Pazar

2009 Avrupa Şampiyonası

Adana’nın Uğuru

Adana’da ilk uluslararası turnuvayı düzenlediğimiz 2005 senesini hatırlıyorum da. Sonra arkasından 2006’da Andre Vergauwen Kupası Finalleri ve 2007 Willi Brinkmann Kupası Finalleri. 2008’de Avrupa Gençler Şampiyonası ve 2009’da Avrupa Şampiyonası. Adana, adeta IWBF Avrupa’nın turnuva merkezi ve Türk tekerlekli sandalye basketbolunun en büyük temsilcisi oldu son beş senede. Tüm bu turnuvaların düzenlenmesinde amaç; ülkemizdeki tekerlekli sandalye basketbolunu yani oyuncularımızı, antrenörlerimizi, hakemlerimizi geliştirmek, branşımızı gündemde tutmak ve tekerlekli sandalye basketbolunu yaygınlaştırmaktı. Sanırım bunu da başardık. Türk spor tarihin takımlar sporlarındaki en büyük başarıları hep tekerlekli sandalye basketboluyla yakalandı. Başarısız bir dönemden geçen Türk sporu, tekerlekli sandalye basketbolu branşında gerçekleşen Galatasaray’ın Avrupa ve Dünya Şampiyonluğu, Genç ve A Milli Takımlarımızın Avrupa İkinciliği başarılarıyla biraz olsun kendine geldi.

Tesadüfün böylesi

Sene 2007. Yer Adana. Willi Brinkmann Kupası Finali. Finalde bir Türk takımı. Cadbury Kent.

Sene 2008. Yer Adana. Avrupa Gençler Şampiyonası. Genç Milli Takımımız Finalde.

Sene 2009. Yer Adana. Avrupa Şampiyonası. A Millilerimiz Finalde.

Sizce bütün bunlar tesadüf mü? Yani Adana’da yapılan bu üç turnuvada takımlarımızın final oynaması. İşte bu yüzden bizler her zaman ülkemizde ve tabii ki Adana’da turnuva düzenlemeliyiz. Acaba bizim bilmediğimiz bir kural mı var? “Adana’da düzenlenen her turnuvada Türk takımı final oynar.” diye bir kural mı var acaba? Tabii bu işin şakası. Adanalı taraftarlar takımlarımıza öyle güzel itici bir güç verdi ki. Yüreğiyle oynayan oyuncularımız da bu destekleri boşa çıkarmadılar ve Türk spor tarihinin önemli başarılarına imza attılar.

Özgür Gürbulak

Bu turnuvada Özgür’e ayrı bir yer ayırmak gerek. Attığı sayılar, aldığı ribauntlar bir yana, yenilgiyi kabul etmeyen kişiliğiyle, Milli Takımımızın yıllardır aradığı winner oldu Özgür. Kanada’nın Patrick Anderson’u, Avustralya’nın Justine Eveson’u, ABD’nin Matt Scott’u varsa bizim de artık Özgür Gürbulak’ımız var. Ferit Gümüş’ü, Ali Asker’i ve diğer oyuncularımızı da unutmamız lazım. Tabii bu yükselişimizde ülkemize gelen kaliteli yabancıların katkısını da gözardı edemeyiz. Petr Tucek, Justine Eveson, Matt Scott, Hussein Haidari gibi dünyanın en iyi oyuncularıyla ve onlara karşı oynayan oyuncularımız kendilerini geliştirdiler. Bu başarı da tabii ki Sedat İncesu Hocanın katkısı da tartışılmaz. Galatasaray’da Avrupa ve Dünya Şampiyonu bir antrenör ünvanını Avrupa Şampiyonasına da taşıyarak liderlik ettiği Türk Milli Takımıyla da başarılı olarak, “sadece yabancı oyuncularla başarılı oluyor.” eleştirilerine de en güzel cevabı vermiş oldu. Kendisini bir kere daha tebrik ediyorum.




İkincilik bizi kandırmamalı.

Avrupa İkinciliği bizi kandırmamalı. İsveç’in 2 senede şampiyonluktan 8.’liğe, İtalyanın da 7.likten şampiyonluğa ulaştığını unutmayalım. Takımımızın Dünya Şampiyonasında başarılı olması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalıyız. Gerek hazırlık kamp ve turnuvaları gerekse Volkan, Şuayip, Samet gibi oyuncuların takıma kazandırılması gibi önlemler alınmalı, Avrupa İkinciliği sarhoşluğundan hemen kurtularak, ABD, Kanada, Avustralya ile başa baş mücadele edebilecek bir takım yaratmalıyız.

Sonuç olarak , Türkiye’nin hedefi, her Dünya ve Olimpiyat Şampiyonasına katılmak ve bu turnuvalarda ilk beş içerisinde yer almaktır. Bunun içinde sürekli çalışmalı, kadromuzu geniş tutmalı ve birbirimize her zamankinden daha fazla destek olmalıyız.

24 Eylül 2009 Perşembe

BASKETBOL, LOBİ Mİ YOKSA HOBİ Mİ?


Darüşşafaka Lisesi’nde okurken içimde filizlenen basketbol sevgisi, hakemliğe başlamamla bir tutkuya ve aşka dönüştü. Amatörlükten, yani hobiden, profesyonelliğe geçişle, aslında sporun sadece spor olmadığını, bir iktidar ve güç kavgası olduğunu anlamam fazla zaman almadı.

Geçtiğimiz hafta tamamlanan 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası bir kez daha bizlere sporun gerçek yüzünü gösterdi. Herşey rüya gibi başladı, kabus gibi bitti. İlk beş maçını kazanan takımımız, son 4 maçını kaybederek turnuvayı Avrupa 8. si olarak hayal kırıklığıyla kapattı. 2001’de ülkemizde düzenlenen şampiyonada evsahibi olarak hakemler üzerindeki etkimizle final oynayan millilerimiz, final oynayabileceği turnuvadan, önce Tanjeviç’in Slovenya maçındaki alan savunması takıntısı ve rotasyon sevdasıyla, sonra da çeyrek finalde Yunanistan’la oynadığımız maçta hakemlerin yanlı yönetimi ile 2010 Dünya Şampiyonası için akılda sorular işareletleri bırakarak çıktı.

Turnuva hakem atamalarını turnuva için oluşturulan Komiserler Kurulu’nun yaptığı ve FIBA Başkanı George Vassilakopoulos’a iletildiği ve FIBA Başkanı’nın atama kağıdını incelediği, maçına göre istemediği hakemin üzerini çizerek başka bir ismi listeye eklediğini Habertürk’ten Gökhan Türe’nin yazısından öğreniyoruz. Ve buna hiç şaşırmadığımı söylemek istiyorum. Basketbolda İspanyol, Eski Yugoslav ve Yunan lobisinin gücünü, etkisini ve manipülasyonlarını “sağır sultan” bile duymuştur. Gökhan Türe yazısında tetikçi hakemlerin adını da vermiş. Sırp Milivoje Jovcic, Karadağlı Zoran Sutulovic, İsrailli Schmuel Bachar ve İtalyan Guerrino Cerebuch. Bu arada Hakem Eğitiminden sorumlu İspanyol Miguel Betancor’a da “sen İspanya’da kal, iş çakılmasın!” denmiş. Hayatın gerçekleri acı. Sadece sahada güçlü bir takımınızın olması yetmiyor. Lobinizin de güçlü olması, yönetimde adamlarınızın olması gerekiyor. Bunun en güzeli örneklerini 2000 yılında UEFA Şampiyonu olan Galatasaray’ın maçlarında Şenes Erzek’in sayesinde aleyhimize bariz hakem hataları yapılmayışında ve yine Şenes Erzik’in hakem atamalarından sorumlu olduğu 2002 Dünya Kupası’nda yarı final oynayışımızda görüyoruz.

Bu turnuvadan çıkaracağımız en önemli ders, FIBA yönetiminde daha fazla temsilcimizle daha etkin ve yetkin konumlarda temsil edilmemiz gerektiğidir. Hakem Atama Komitesine muhakkak bir Türk girmelidir. 2010 Dünya Şampiyonasını düzenleyecek olan bir ülkenin eli güçlüdür ve bunu talep edebilir. Ayrıca Milli Takım Staffımızın içinde maçta olası bir kural hatası durumunda olaya müdahale edebilecek yetkin bir hakemin bulunması gerekmektedir.

Sonuç olarak yukarıda yazdıklarım her spor branşı için ülke isimlerinde bir kaç değişiklik yapılarak uyarlanabilir. Ülke olarak, spora yatırım yapmanın yanısıra, dünya sporunu yönetmenin de çarelerini bulmak zorudayız. Aksi takdirde verilen emekler ve yapılan yatırımlar, tıpkı 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda olduğu gibi karşılıksız kalacaktır.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Avrupa Erkekler Şampiyonası, Adana Türkiye


KEBAP VE TEKERLEKLİ SANDALYE BASKETBOL ŞEHRİ, ADANA


Türkiye’nin güneyinde yer alan ve kebap denince aklımıza gelen Adana şehri artık kebabın yanısıra bir başka şeyle anılıyor. O da tekerlekli sandalye basketbolu. Son 5 senede Adana’da Avrupa Kupaları eleme ayağı, Avrupa’nın 2. ve 3. Kupaları olan Andre Vergauwen ve Willi Brinkmann Kupası Finalleri, 22 Yaşaltı Avrupa Şampiyonası düzenlendi. Tüm bu turnuvalar katılımcılar tarafından büyük övgü aldı ve beğeni topladı. Bunun sonucu olarak da Dünya Kupası ve Paralimpik Oyunlardan sonra tekerlekli sandalye basketbolu takviminin en büyük üçüncü olayı olan 2009 Avrupa Erkekler Şampiyonası Adana’ya verildi.

Avrupa’nın en iyi 12 takımı, 2010’da İngiltere’nin Birmingham kentinde düzenlenecek olan Dünya Şampiyonası’na gitmek için ilk beş takım arasında yer almaya çalışacak. İsveç takımının 2007’de Almanya’nın Wetzlar kentinde gerçekleştirdiği büyük sürprizden sonra, ev sahibi Türkiye’de buna benzer bir çıkış yapmayı hedefliyor. Türkiye ilk beş takım arasında yer alarak tarihinde ilk kez Dünya Kupası’na katılmak istiyor. Her geçen yıl, takımlar arasındaki güç farkı azalıyor ve bu da tekerlekli sandalye basketbolunu izlemeyi daha zevkli ve heyecanlı hale getiriyor. Ayrıca, Adanalılar organizasyona oldukça fazla ilgi gösteriyor. Bunun son örneğini geçen yaz Türkiye ve İspanya arasında oynanan 22 yaşaltı Avrupa Şampiyonası finalinde gördük. Salon tamamen doluydu, hatta salona giremeyenler dahi olmuştu.


Eğer Adana şehri bu şampiyonadan sonra 2013’de yapılacak olan Dünya Gençler Şampiyonası’nı düzenlemek için başvurursa kimse buna şaşırmayacak. Artık herkes büyük ve önemli turnuvaların Adana şehri tarafından düzenlenmesine alıştı. Hatta Adana artık diğer ülkelere örnek şehir olarak gösteriliyor. Örneğin İsrail ve İtalya’dan yetkililer Adana’daki organizasyonu gördükten sonra turnuva düzenlemek için cesaretlendiklerini bizzat şahsıma belirttiler. Tabii ki tüm bu başarının ardında kendini bu işe adamış bir takım var. Başkanlığını Engelliler Spor Federasyonun Tekerlekli Sandalye Basketbolu branş sorumlusu Ali Duran Karakaya’nın, Genel Koordinatörlüğünü de İsmail Güneş’in yaptığı bu ekip; valisinden, belediye başkanına, Adana’daki önemli şirketleri bu sporun harika bir spor olduğuna inandırarak Milli Piyango, Türkiye Tanıtım Fonu, TEMSA, Hilton oteli gibi devlerin de desteğini alarak muhteşem bir şölene imza atacak.

Adana şehrinin düzenlediği her organizasyona hakem, TV yorumcusu, gönüllü, veya çevirmen olarak katıldım. Bu yüzden biliyorum ki, Adana bizlere yine unutulmaz bir turnuva sunacak.

İyi şanşlar Adana.

5 Ekim’de görüşmek üzere.
Utku ERTAN
Fahri ADANALI

20 Mart 2009 Cuma

2009 AVRUPA KUPALARI DEĞERLENDİRMESİ

12-16 Mart tarihlerinde Avrupanın 10 kentinde tekerlekli sandalye basketbolu Avrupa Kupaları ön eleme maçları oynandı. Nisan ve Mayıs ayında 4 kentte düzenlenecek olan finallere katılacak takımları belirlemek amacıyla düzenlenen turnuvalara, Türkiye 5 takımla katıldı. İstanbul Cadbury Kent Engelli Yıldızlar, Beşiktaş JK ve İzmir Büyükşehir Belediyesi takımları, gruplarında başarılı olarak finallere kalırken, Karabük ve KKTCELL takımları elendi.

Euroleague 2’de, A Grubunda mücadele eden Cadbury Yıldızlar grubunda 3. olarak Challenge Cup, B Grubunda mücadele eden BJK, birinci olarak Andre Vergauwen Cup, C Grubunda mücadele eden İzmir BŞB ise grubunda 2. olarak Willi Brinkmann Cup Finallerine katılmaya hak kazandılar. Dünya, Avrupa ve Türkiye Şampiyonu Galatasaray ise Mayıs ayında Almanya’da düzenlenecek olan Şampiyonlar Kupası Finallerine doğrudan katılacak.
Tüm bu bilgileri verdikten sonra, Avrupa Kupalarında aldığımız sonuçları şöyle bir yorumlamak istedim. İtalya’dan 8, Fransa ve İspanya’dan 5, Türkiye’den 4, Almanya ve İngiltere’den 3, İsrail, İsviçre, Belçika ve İsveç’ten birer takım Avrupa’nın en iyi 32 takımı içinde sıralandı. Bakalım finallerin sonucunda takımlarımızın konumları nasıl olacak. Umarım hepsi de katıldıkları turnuvalarda ilk dört içerisinde yer alırlar. Bu yeni kupa formatı bence kaliteyi öne çıkaracak ve tüm turnuvaların denk ve heyecanlı geçmesini sağlayacak. Hem takımları, hem hakemleri zorlu ve heyecanlı maçlar bekliyor.
Bu sonuçlara göre Türkiye Ligi, İtalya, Fransa ve İspanya’nın ardından en başarılı 4. lig olarak göze çarpıyor. Tabi Almanya’nın 2 takımla Şampiyonlar Kupasına katılması aslında bizi 5.liğe bile düşürebilir. Ama sonuç olarak Avrupa’nın en iyi ilk beş liginden biriyiz. Bu spora gönül vermiş kişiler olarak bu sonuçlarla gurur duyabiliriz. Ancak, yine de bence asıl başarı, Şampiyon Kupası Finallerine İspanya, Almanya ve Fransa gibi en az iki takımımızla katılmayı hedeflemeliyiz. Diğer takımlarımız da gittikleri finallerde en azından ik dörtte yer almalılar. Ancak o zaman bu Milli Takımımızı daima Avrupa Şampiyonalarında ilk 5 takım içinde yer almasını sağlayabilir ve Dünya Şampiyonası ve Paralimpik Oyunlara sürekli katılan bir Milli Takıma sahip olabiliriz.
Bunları başarmak kolay değil ancak şahsen ülkemizdeki antrenör ve sporcularının bu potansiyel ve beceriye sahip olduğuna inanıyorum.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Pekin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları

2008 Pekin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları Çin Halk Cumhuriyeti’nin mükemmel organizasyonu ve ezici üstünlüğü ile sona erdi. Şubat ayında yarışmaların yapıldığı tesisleri gezmiş ve Pekin’in Oyunlara hazır olduğunu ve bu organizasyonu başarıyla yapacaklarını öngörmüştüm. Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunlarını internetten çoğunlukla canlı, bazen banttan, bazen de özet görüntülerini izleyerek büyük bir zevkle, birazda orada olamamanın verdiği buruklukla takip ettim.

Olimpiyatlar
Futbol karşılaşmalarını aşırı doymuşluktan, basketbol maçlarını ise ABD’nin turnuvayı domine etmesinden üstün körü takip ettim. Bu Olimpiyatlarda en büyük keyfi masa tenisi erkeklerde Çin-Almanya finalinde yaşarken, hentbol, plaj voleybolu, badminton, eskrim müsabakalarını hiç kaçırmadım. Atletizmde Jamaikalı Ussein Bolt’un 100 m yarışının bitiş çizgisinde rakiplerine “neredesiniz?” bakışı Olimpiyat tarihinin unutulmazları arasında yerini aldı. Kısa mesafede Jamaikalı sporcuların ABD’li sporcuları ezmesi, Irak Savaşının da etkisiyle tüm Jamaikalı sporcuların gönüllerde taht kurmasını sağladı. Yüzmede Micheal Phelps, çocukluğumuzun kahramını Mark Spitz’i tarihten silerek bizim yaşımızdakileri yüreğinden yaraladı.
Türkiye olarak hiçbir takım sporunda yer almamamız ekip anlayışımızı ve takım organizasyonumuzu sorgulamamız gerektiğini gösterdi.
Sporu, sadece basketbol, futbol zanneden bizler Olimpiyat Oyunları ile beraber sporun temel ve gerçek branşlarının atletizm ve jimnastik olduğunu, masa tenisindeki çabukluğu, eskrimdeki inceliği, kürekteki sabır ve gücü, su balesindeki estetiği, kule atlamadaki senkronizasyonu, su topundaki ve hentboldaki mücadeleyi, badmintondaki çevikliği tüylerimiz ürpererek izledik.


Paralimpik Oyunlar
Engelliler Sporları denince aklına sadece tekerlekli sandalye basketbolu gelen bizler, Paralimpik Oyunlarıyla beraber tekerlekli sandalye tenisi, masa tenisi ve ragbisiyle tanışırken, bedensel engellilerin atletizmde pek çok farklı branşta yarışabildiğini gördük. Yüksek atlama, uzun atlama, üç adım atlama, cirit, disk ve gülle atma, ampute 100 m, 200 m, 400 m gibi branşlar olduğunu ve bu branşlarda genç sporcular bulup onları yetiştirmemiz ve teşvik etmemiz gerektiğini anladık.

Görme engelli bir futbol takımı kurabileceğimizi, ya da görme engelli bir kısa mesafe atletimiz olabileceğini öğrendik. Amputelerin bisiklet yarışmalarına katılabildiğini gördük. Neden biz de bisiklet federasyonuyla bir işbirliği kurarak bisiklet branşında yarışmayalım. Kollarında ve/veya ayaklarında fonksiyonel bozukluklar olan engellilerin 7’ye 7 futbol oynayabileceğini öğrendik.


Türkiye olarak , Okçulukta Gizem Girişmen’le altına uzanırken, Gülbin Su ve Özgür Özen’le madalyaya çok yaklaştık. Atina 2004’ün madalyalı ismi Korhan Yamaç hayal kırıklığı yaşatırken, Neslihan Kavas masa tenisinde bronz madalya alarak ülkemize oyunlardaki ikinci madalyamızı getirdi.

Tıpkı Olimpiyatlarda olduğu gibi Paralimpik Oyunlarda da takım sporlarının hiç birinde yokuz. Golbol, tekerlekli sandalye basketbolu, 7’ye 7 ve 5’e 5 futbol, Masa Tenisi, Tenis, Ragbi (bu branşı daha kurmadık ancak engelli gençler için oldukça keyifli bir branş olabilir.)
Tüm bu önerilerimiz ile ilgili Türkiye Olimpiyat ve Paralimpik Komitelerimiz, Engelliler Federasyonları ve branş federasyonları, GSGM ve Hükümet elele vererek büyük bir kampanya başlatmalı ve 5-10-15 yıllık stratejik planlar yapılarak bunları hemen uygulamaya sokmalıyız. Yoksa tıpkı Atina ve Pekin’de olduğu gibi bireysel başarılarla kendimizi kandırırız. Çin, ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada gibi her iki oyunlarda da başarılı olan ülkeler, sporu bir endüstri ve bilim olarak görmekte ve büyük bütçelerle sporculara yatırım yapmaktadırlar. Bizler de tıpkı bu ülkeler gibi büyük bütçelerle programlı bir şekilde sporcu yetiştirmeye başlayarak 2016 veya 2020 Oyunlarında ilk 10 ülke arasına girmeyi hedeflemeliyiz.
Hepimizin kendine ve içinde bulunduğu topluma bir söz vererek, bir şeyleri değiştirmesi veya bir şeylere başlaması gerekiyor. Ben kendime şöyle bir yol haritası çiziyorum. “Engelli sporunu sadece tekerlekli sandalye basketbolu sanan ben, bundan böyle kendimi tüm engelli sporlarına adayacağıma söz veriyorum.

2008 Avrupa Gençler Şampiyonasından Almamız Gereken Dersler



Muhteşem bir organizasyon ve bunun yanında sportif başarı…Verilen onca emeğin karşılığının alındığı, çabaların ödüllendirildiği bir turnuva oldu 2008 Avrupa Gençler Şampiyonası. Ancak ben yine şeytanın avukatı rolüne soyunarak bu turnuvadan bir takım dersler çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.

Tüm tanıdıklarım bana Avrupa Gençler Şampiyonasıyla ilgili neden bir şeyler yazmadığımı sordular. Neden bir şeyler yazmadığımı kendimce sorguladım. İnanın turnuva sırasında Milli Takımımızın maçlarını çok farklı düşünceler ve duygular içerisinde izledim. Öncelikle hiç birimizin tahmin edemeyeceği Avrupa ikinciliği sarhoşluğunun geçmesini bekledim. Grubunda Almanya ve İngiltere’ye yenilen ve klasman maçları oynamayı bekleyen takımımız İngilizlerin tarihi hatasıyla bir anda kendini Dünya Gençler Şampiyonasında buldu. Bundan 2 sene önce oynanan 4. Avrupa Gençler Şampiyonası sonrası şu satırları yazmışım. "4. Avrupa Gençler Şampiyonası 28 Ağustos 4 Eylül 2006 tarihlerinde İstanbul da düzenlendi. Bu branşın gelecekteki yıldızlarının mücadele ettiği turnuvada Milli Takımımız hayal kırıklığı yaratarak 6. oldu. Bu turnuva tekerlekli sandalye basketbolu kulüpleri bu branşı bilen antrenörleri takımlarının başına getirmediği sürece, düzenli antrenman yapmadığı sürece, alt yapıya önem vermedikleri takdirde Milli Takımlarımızın başarılı olamayacağını, başarılı olursa da sadece geçici başarılar elde edeceğini gösterdi. Sadece Milli Takım kamplarında doğru ve gerçek antrenman yapan oyuncularla bu işe çok önem veren İspanya, İngiltere ve Almanya gibi ekol ülkelerle baş edemeyeceğimizi, hele hele Amerika, Avustralya ve Kanada'ya karşı hiç bir şansımızın olmadığı bilimsel bir gerçektir.”

Evet; şimdi aradan iki sene geçmiş ve takımımız Avrupa İkincisi apoletini takmıştır. Avrupa İkinciliği bizi kandırmamalı ve Türk ekolünün oluşturulması için gereken yapılmalıdır. 5 yıllık 10 yıllık planlar yapılmalı. Gerekirse şu anki kadroda yer alan gençler bir ilde toplanarak sürekli bir arada çalışmalıdır. Hollanda ve İtalya milli takımlarının antrenörleri yaptığım görüşmelerde, tüm genç milli takım oyuncuların bir şehirde toplanarak günde çift idman yaparak eğitim ve öğretim gördüklerini belirtmişlerdir. Milli takım ve kulüp takımlarında başarının anahtarı sürekli ve bir arada çalışmakta yatmaktadır. İşte bizlerde bu tarz bir uygulamaya gidebiliriz. Bu turnuvadan çıkarmamız gereken pek çok ders var. Ancak ben bir hakem olarak daha fazla detaya girmek istemiyorum. Bu Milli takımımızın staffının ve idarecilerinin işi. Ancak 2005 Dünya Gençler Şampiyonasından bu güne tekerlekli sandalye basketbolu seviyemizi yükseltecek gözle görülen olumlu bir gelişme göremiyorum. 2009 Dünya Şampiyonasında orada bir figüran olarak değil gerçek bir aktör olmak istiyorsak şu anki Genç Milli Takımımızın bu sene süperligde bir kulüp takımı gibi mücadele etmesi gibi çoğu kişiye ütopya gelecek bir teklifi dahi düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Belki de sesli düşünüyorum. Sizlerin farklı fikirleri varsa da bunları duymak istiyorum. Adana'daki turnuvada hepimizin kabul edeceği bir gerçek gençlerimizin henüz kolektif bir takım hüviyetini kazanmadığıdır. Yoksa takımımızın çok büyük bir potansiyeli var. Gelin bu sene genç oyuncularımızın kulüpleri bir fedakârlık yapsın ve Genç Milli Takımımız Dünya Şampiyonasında Türkiye'nin adını altın harflerle yazdırsın.