Darüşşafaka Lisesi’nde okurken içimde filizlenen basketbol sevgisi, hakemliğe başlamamla bir tutkuya ve aşka dönüştü. Amatörlükten, yani hobiden, profesyonelliğe geçişle, aslında sporun sadece spor olmadığını, bir iktidar ve güç kavgası olduğunu anlamam fazla zaman almadı.
Geçtiğimiz hafta tamamlanan 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası bir kez daha bizlere sporun gerçek yüzünü gösterdi. Herşey rüya gibi başladı, kabus gibi bitti. İlk beş maçını kazanan takımımız, son 4 maçını kaybederek turnuvayı Avrupa 8. si olarak hayal kırıklığıyla kapattı. 2001’de ülkemizde düzenlenen şampiyonada evsahibi olarak hakemler üzerindeki etkimizle final oynayan millilerimiz, final oynayabileceği turnuvadan, önce Tanjeviç’in Slovenya maçındaki alan savunması takıntısı ve rotasyon sevdasıyla, sonra da çeyrek finalde Yunanistan’la oynadığımız maçta hakemlerin yanlı yönetimi ile 2010 Dünya Şampiyonası için akılda sorular işareletleri bırakarak çıktı.
Turnuva hakem atamalarını turnuva için oluşturulan Komiserler Kurulu’nun yaptığı ve FIBA Başkanı George Vassilakopoulos’a iletildiği ve FIBA Başkanı’nın atama kağıdını incelediği, maçına göre istemediği hakemin üzerini çizerek başka bir ismi listeye eklediğini Habertürk’ten Gökhan Türe’nin yazısından öğreniyoruz. Ve buna hiç şaşırmadığımı söylemek istiyorum. Basketbolda İspanyol, Eski Yugoslav ve Yunan lobisinin gücünü, etkisini ve manipülasyonlarını “sağır sultan” bile duymuştur. Gökhan Türe yazısında tetikçi hakemlerin adını da vermiş. Sırp Milivoje Jovcic, Karadağlı Zoran Sutulovic, İsrailli Schmuel Bachar ve İtalyan Guerrino Cerebuch. Bu arada Hakem Eğitiminden sorumlu İspanyol Miguel Betancor’a da “sen İspanya’da kal, iş çakılmasın!” denmiş. Hayatın gerçekleri acı. Sadece sahada güçlü bir takımınızın olması yetmiyor. Lobinizin de güçlü olması, yönetimde adamlarınızın olması gerekiyor. Bunun en güzeli örneklerini 2000 yılında UEFA Şampiyonu olan Galatasaray’ın maçlarında Şenes Erzek’in sayesinde aleyhimize bariz hakem hataları yapılmayışında ve yine Şenes Erzik’in hakem atamalarından sorumlu olduğu 2002 Dünya Kupası’nda yarı final oynayışımızda görüyoruz.
Bu turnuvadan çıkaracağımız en önemli ders, FIBA yönetiminde daha fazla temsilcimizle daha etkin ve yetkin konumlarda temsil edilmemiz gerektiğidir. Hakem Atama Komitesine muhakkak bir Türk girmelidir. 2010 Dünya Şampiyonasını düzenleyecek olan bir ülkenin eli güçlüdür ve bunu talep edebilir. Ayrıca Milli Takım Staffımızın içinde maçta olası bir kural hatası durumunda olaya müdahale edebilecek yetkin bir hakemin bulunması gerekmektedir.
Sonuç olarak yukarıda yazdıklarım her spor branşı için ülke isimlerinde bir kaç değişiklik yapılarak uyarlanabilir. Ülke olarak, spora yatırım yapmanın yanısıra, dünya sporunu yönetmenin de çarelerini bulmak zorudayız. Aksi takdirde verilen emekler ve yapılan yatırımlar, tıpkı 2009 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda olduğu gibi karşılıksız kalacaktır.